2

802 134 121
                                    

"Bu ne?"

Elimdeki çok da ağır olmayan tepsiyi, gelen soruya aldırış etmeden yatağa bağlı olan masanın üzerine koymuştum. Kapakları kapalı olan cam tabakları teker teker açmış, daha sonra sıcak çorbaya alışkanlığımdan ötürü üflemiştim.

"Bunları yemem, iğrenç görünüyorlar."

"Özel bir restoranda olduğunu mu düşünüyorsun? Her hastanın isteğine göre yemek yaptıklarını sanmıyorum."

Sözlerimin ardından karşımdan gelen göz devirmeyi gördüğümde elimdeki kaşığı onun eline tutuşturmuş, az önce katladığım yorganı yatağın ayak ucuna koyarak etrafta gözlerimi gezdirmiştim.

"Bence odanı biraz değiştirmeliyiz."

Beni umursamadan elinde tuttuğu kaşıkla çorbasıyla oyalanıyor gibiydi, dik başlılığı yüzünden beni biraz germiş de olsa onunla baş edebileceğime emindim. Yatağa zıplayarak oturmuş, elinde oyaladığı kaşığı elime alarak çorbasını karıştırmıştım.

"Çocuk muyum? Bırak, kendim içebilirim."

"Sen bunu içene kadar soğumuş olacak, kaçışın yok Yoongi. Bunu içene kadar tependen kalkmayacağım, şimdi ağzını aç."

Sözlerimi dikkate almış olacak ki söylediğim gibi ağzını açmış, kaşıktaki çorbayı içmişti. Memnunca kaşığı tekrar eline verdiğimde gözlerinin ayaklarımızda gezdiğini görmüştüm. Gözlerimi onun gibi ayaklarımıza çevirmiş, neye bu kadar dikkatle baktığını anlamaya çalışmıştım.

"Ayağın yere değmiyor."

Sözlediği şeyle merakımı giderdiğinde kıkırdayarak yataktan inmiş, tepsiyi ona biraz daha itmiştim.

"Aç olduğumdan içeceğim, beğendiğimden ya da sen söyledin diye değil."

"Pekala Yoongi."

"Yapboz oynamayı sever misin?" Adımlarım odada bulunan küçük rafa doğru ilerlerken gözlerimi bir anlık ona çevirmiştim, gerçekten de çorbayı içerken pek de istekli görünmüyordu. "Gerçekten beni çocuk olarak görmüş olmalısın, bahse varım senden daha yaşlıyım."

"Yapbozla oynamanın yaşı mı oluyor?" Gözlerim üzerinde geyik ve orman resmi olan yapboza kaydığında parmak uçlarımda yükselerek onu raftan almış, güneş ışığının vurduğu, pencerenin hemen yanındaki karşılıklı tekli koltuklardan birine oturarak elimdeki yapbozu da küçük sehpanın üzerine koymuştum. "Yemeğini yediysen gelsene."

İlginç bir şekilde yeniden beni dinlediğinde ona gülümsememi sunarak karşıma oturana kadar gözlerimle bedenini takip etmiştim, masanın üzerine yapbozun parçalarını karıştırarak dağıtmış ve rastgele bir parçayı alarak kolayca yerine yerleştirmiştim. "Annemle küçükken çok oynuyordum, gerçi ziyate gittiğimde hala oynarız bazen."

"Sıkıcısın."

"Hiç de değil!"

Gözlerimle yapbozu işaret ettiğimde bıkkınlıkla nefes verdiğini işitmiştim, eğer bir hastanede hastam olarak değil de, dışarda tanışmış olsaydım kesinlikle anlaşamayacağım bir tipti. Eline aldığı parçayla uzun süredir bakışmaya devam ediyor oluşu gülmeme neden olduğunda, öfkeli bakışlarının hedefi haline gelmiştim.

Hafifçe öksürerek sinirli bakışları arasında gülüşümü silmiş, elindeki parçayı alarak yapbozun yerine koymuştum. "Ezbere yaptığında eğlenceli olmuyor."

"Ezbere bilmiyorum Yoongi, sadece odaklanma yeteneğim güçlü diyelim biz şuna. Her neyse," hızlıca ayaklanmış, üzerimdeki beyaz kazağı düzeltmiştim. "Dışarıya çıkmak ister misin?" Cümlemi tamamladığında ciddi olup olmadığımı kontrol ediyor gibiydi.

"Kalk artık, hava almaya çıkalım." Oflayarak yerinden kalkması üzerine yeniden gülümsemiş, uyuşukca yürüyen bedenin arkasından ellerimle ittirmiştim.

"Buraya her gün gelecek misin?"

"Neden seni rahatsız mı ediyorum?"

"Ediyorsun dersem gelmeyi kesecek misin?"

"Hayır, bunu kesinlikle yapmayacağım."

Atışmamız koridordan geçerken birkaç yaşlı hastanın selamlarına karşılık onlarla ufak tefek sohbetlere girişimim yüzünden kesilmişti. Yanımdaki yaşlı kadını selamlayarak ilerleyişini izlemiş, ardından huysuzlanan bedene dönmüştüm. "Sana kendimden bahsetmemi ister misin?"

"Bakımımdan görevli olan birinin bilgileri benim ne işime yarayacak?"

"Demek istiyorsun, bahsedeyim öyleyse." Gözlerimi yüzünden çekerek koridorun sonunda görünen hastane bahçesinde gezdirmiş, iç çekerek dışarıya attığımız adımla birlikte vücuduma değen rüzgarı hissetmeye çalışmıştım. "Hala okuyorum, boş günlerimde öylece oturmayı sevmediğimden iyi bir şekilde değerlendirmek beni daha iyi hissettiriyor. Annem ve babam genelde iş yerinde olduklarından pek vakit ayırmazlar, zaten ayrı eve çıktığımdan bu yana bu 'birlikte zaman geçirememe olayı' daha da uzadı."

Dikkatli yüzünü inceleyerek banka oturmuş, önümüzde tekerlekli sandalyede kitap okuyan adamda gözlerimi gezdirmiştim. Yanıma oturduğunu gördüğümse ise devam ettim;

"Sevdiğin şeylerden bahset."

"Neden bir randevudaymışız gibi davranıyorsun?

"Randevuda olmamızı mı isterdin?"

"Hayır, pembe saçlı kişiler pek ilgimi çekmez."

"Kedi mi seversin? yoksa köpek mi?"

"Köpek"

"Ben kedi severim." dudağımı büzerek önüme dönmüş, rüzgarın uçurduğu yapraklara ve hafif rüzgara gülümsemiştim.

"Hasta olduğumu mu düşünüyorsun?"

"Bu soruyu daha önce sormuştun ama evet Yoon, eğer buradaysan illaki bir sebebi vardır."

"Her hareketi bir nedene mi bağlarsın? Basit yaşıyor gibisin."

"Ne demeye çalışıyorsun?"

"Diyorum ki; tutkusuz yaşamaktansa ölmeyi tercih ederim."

"Hayatın buradan bakılınca pek de renkli görünmüyor."

"Neden? Saçlarım siyah diye mi?"

"Evet, en yakın zamanda yeni renk denemelisin. Mesela sana yeşil çok yakışır."

"Kalsın, böyle iyiyim."

Hazır cevaplık yaparak bir şey daha söylemek istediğim esnada, kelimelerimi bölen bayan Wong ile gözlerim ona dönmüştü. "Bay Park, hastalarımızı artık içeriye alıyoruz. Çalışma saatiniz dolmak üzere, istediğiniz vakit çıkabilirsiniz."

Başımı olumlu anlamda salladığım esnada ayaklanan Yoongi'yi bir süre daha bankta izlemeyi tercih ederek iç çekmiştim. Birkaç adımdan sonra yeniden gözleri beni bulduğunda dudaklarım arasından kıkırdama dökülmüştü.

"Ne o? Yoksa benden ayrılmak istemiyor musun Yoon?"

"İsmin ne?" Gelen soruya şaşırsam da gün boyunca gerçekten de ona ismimi söylediğimi şimdi fark etmiştim. Dikkatsizliğimi açığa vurmayı sevmediğimden ayaklanmış, yüzümdeki gülümseyle ona doğru yaklaşmıştım.

"Jimin, Park jimin."

"Saçların." Meraklı gözlerim, söylediği kelime ile onda gezerken yüzüme merakımı yansıtmış olmalıyım ki, gün boyu görmediğim gülümsemesini ufacık da olsa görmüştüm. Bu görüntü heyecanlanmama neden olurken omuz silken bedene dikkat vermeye devam ettim. "Onları sevdim, fakat fikrimi soracak olursan turuncu sana daha çok yakışır."

Gelen iltifata karşı kaşımı kaldırarak dilimi dudaklarım üzerinde gezdirmiş, daha sonra onun gibi sırıtmıştım. "Eğer saçlarını yeşil yaparsan, turuncu yapmayı düşünebilirim."

Gülerek arkasını dönmüş, "Belki" diyerek mırıldanmıştı.

memento mori, myg&pjmHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin