İlk karşılaşmamız çok aniydi ve devamı ise sanki olması gerekenden daha garip ilerlemiş gibiydi. Dün yaşananları düşündükçe kendi kendime sırıtıp durmuş, aslında iyi anlaştığımızı düşünmüştüm. İnatçı bir tavrı vardı Min Yoongi'nin fakat benim için o inadı kırmak ve duvarlarını aşmak zor olmayacaktı. Pes etmek aklımın ucundan dahi geçmiyordu çünkü.
Hafif koyu renk göz altlarıma bakarken yanaklarımı şişirmiş, bir gece; fırsat bulduğumda gerçekten güzelce uyumam gerektiğini not etmiştim aklıma. Çünkü gün geçtikçe aynada bakıştığım insan tanıdığım ve sevdiğim Jimin'den uzaklaşıyordu. Ben bile kendimi bu şekilde beğenmezken bir başkasının beğenmesini beklemem ise saçmaydı.
Şimdilik can sıkıcı konuları rafa kaldırmış, nemli saçlarımı kurutmaktan vazgeçip alnıma dökülmelerine izin vermiştim.
Otobüsten indiğimde saat yediyi biraz geçiyordu. Min Yoongi'nin uyanma saati sekizdi ancak alarmı kırdığım için bizzat kendim gelip uyandırmak ve tam vaktinde yetişmek zorundaydım oraya. Hızlıca binaya giriş yapmış, eşyalarımı bir köşeye attıktan sonra kahvaltı tepsisini alıp elimde tuttuğum kartla beraber merdivenlere yönelmiştim.
İkinci kez duymama rağmen alıştığım o 'klik' sesiyle içeriye sessizce girmiş, tepsiyi yerine bırakıp perdeleri aralamıştım. Güneş ışığı direkt olarak yüzüne vurduğu için kaşlarını çatmıştı Min. Gülümserken elimi kaldırmış, birkaç dakika daha uyuması için izin vermiştim ona. Elim güneş ışığının gözlerine çarpmasını engelliyordu gölgesiyle.
Kolumun ağrıdığını hissettiğimde elimi yavaşça indirmiş, hafifçe uzanan bedenine yaklaşıp omzuna dokunmuştum.
"Hey."
Ses yoktu.
"Yoongi-"
"Susacak mısın? Odaya girdiğinden beri kıpır kıpır edip duruyorsun. Senin yüzünden yarım saat erken uyandım. Bana bunu geri nasıl vereceksin?"
Aniden sesini duymam ve göz göze gelişimiz ürkmeme sebep olduğu için dikelmiş, bakışlarımı kaçırmıştım. Huysuz gibiydi. Uykusundan yeni ve erken kalktığı için kızgındı belki de. Kendince haklıydı. Dudaklarımı yalayıp elimi enseme attım ve saçlarımı karıştırdım çekingence.
"Çok ses yapmamıştım aslında..."
"Belli ki yapmışsın."
"Yarın daha dikkatli olurum."
"Jimin." dedi ve yatağından kalkıp tam karşımda dikilmeye başladı. Diyeceklerini toparlamak ister gibi bir ifadesi vardı, "Beni de, kendini de yorma. Dün sana kibar davrandım çünkü iyi günümdeydim ancak her zaman o şekilde olmuyorum. Ailenden alamadığın sevgiyi buradan toplayabileceğini zannediyorsan, özellikle benden, yanılıyorsun."
Kaşlarımı çattım, dünki Yoongi böyle değildi.
"Hâlâ kibarken odadan çıksan iyi edersin."
"Nedenmiş? Henüz kahvaltını yaptığını görmedim."
Tepsiyi alıp ona uzattığımda gözlerini devirip ellerini saçlarına daldırmış ve sakinleşmek ister gibi çekiştirmişti. Fakat sert davranıyordu, canının yandığından emindim.
Tepsiyi bırakıp kollarını tuttum ve bana dönmesini sağladım, "Yoongi, ellerini çek."
"Bana dokunma."
"Ellerini çeker misin? Canın yanacak."
"Jimin."
"Yoongi. Lütfen. İstemiyorsan yanında kalmam. Sadece yemeğini ye, olur mu?"
Ellerimi çekmiş, tepsiyi işaret edip kapıya doğru geri geri adım atmıştım. Bakışlarını saçlarımda gezdirdikten sonra perdeleri hızlıca çekmiş, beni sözsüz bir şekilde odadan kovmuştu.
Derin bir nefes alıp yanaklarımı şişirdim koridordaki camdan dışarıyı izlerken. Odadan çıkalı on beş dakika oluyordu ve hâlâ ses gelmiyordu. Dayanamayıp kapıya ilerlemiş, kartı okutup içeri girmiştim. Önünde durduğum duvarda, tam yanıma atılan tabak ile yerimde sıçradım.
"İçeriye girebileceğini sana kim söyledi?"
"Ben-"
"Dışarı çık!"
"Bana bağırma! Sinirinin seni ele geçirmesine izin veremezsin, buradan kurtulmak istiyorsan yapman gerekeni yap ve normal bir insan gibi yaşa."
Yüzündeki samimiyetten uzak sırıtış ile dibime girmişti. Beyaz teninin sinirden kızardığını fark ettiğim anda, soğuk hava yüzünden hâlâ kurumayan saçlarım yeniden ıslanmıştı. Dudaklarıma doğru akan ve sırtımdan içeri giren buz gibi su ve başımın üzerinde parçalanan cam bardak şok etmişti beni. Cam parçalarıyla beraber birkaç kan damlası saçlarıma doğru akarken korkuyla gözlerim büyüdü. Başımı yukarıya kaldırmaya cesaretim yoktu. Ellerimi kafamın üstündeki bileğe sarıp hızlıca parmaklarını aralamaya çalıştım.
Kendi içinde bir çatışma yaşıyordu. Zorlanıyordu. Sinir krizi geçiriyordu fakat dışarıya vurmamaya çalışıyordu. Min Yoongi çabalıyordu. Umudu vardı.
"Ellerini açar mısın? Yoongi, ellerini aç hadi."
Kendine gelmesi için birçok kez adıyla seslenmiş, parmaklarını zorla aralayıp cam parçalarını çıkartmaya çalışmıştım birkaç saniyede. O sırada içeriye koşarak giren doktorlardan birisi elindeki sakinleştiriciyi Min'in omzuna enjekte ederken göz göze gelmiştik. İki genç kız endişeyle beni kontrol ederken odadan çıkmam için sürüklüyordu aynı zamanda da.
Benim ise dikkatimi çeken son şey siyah saçlının gözünden akan o yaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
memento mori, myg&pjm
Fanfiction"Sana yine yazıyorum çünkü yalnızım ve çünkü kafamın içinde seninle konuşurken senin bunu bilmiyor, ya da bana karşılık veremiyor olmana katlanamıyorum." Memento Mori : "Fani olduğunu, öleceğini bil. Birgün öleceksin, bunu hatırla ve şimdi yaşa."