Ev gerçekten çok güzeldi. Tamamen taştan yapılmıştı ve bembeyaz görünüyordu. Ufak bahçesinde bir sürü ağaç vardı. Tahta ve taştan yapılmış verandasında boş saksılar duruyordu. Zeyce yanlarında getirdikleri çiçek saksılarını buralara yerleştireceklerini anlamıştı şimdi. Evin tek at sığacak ufak bir ahırı, arkasında minik bir kileri ve odunluğu vardı. Murat Bey buraya bir şarap mahzeni de yaptırmak istemişti ama bu planlarını hayata geçirememiş gibi duruyordu. Evin altındaki bodrum tamamen boştu.
Ev iki katlıydı. Yukarıda iki küçük yatak odası ve banyo, aşağıda bir salon ve ufak bir mutfak vardı. Salonun bir şöminesi olduğunu gören Zeyce kendini hemen taş şöminenin yanında buldu.
"Şömineyle mi ısınıyor burası?"
Seyit o hangi odaya giderse gitsin peşinden gelmişti ve evle alakalı ufak açıklamalar yapıp durmuştu.
"Murat Bey kışın pek buraya gelmezdi ama bazen eşiyle yalnız vakit geçirmek istediklerinde gelirdi. O zaman odalara soba kuruluyordu. Kilerde onları görmüş olmalısın. Tabi istedikleri zaman şömineyi de yakıyorlardır muhtemelen. Kışın bazen soğuk oluyor buralar."
"Soğuk atları etkilemiyor mu peki?"
"Onları sıcak tutuyoruz diyelim. Burada hala birinci önceliğimiz atlar."
Zeyce ufak salonda bir tur attı.
"Burası çok güzel Seyit. İnanılmaz beğendim."
"Bütün kış kapalı kaldığı için oldukça tozlanmış olması haricinde bir sıkıntısı yok görünüyor. Etraf temizlenirken gölet kenarında dolaşmak isteyebilirsin."
"Sen de gelecek misin?"
"Benim biraz işim var. Başlarında durup yapılacakları göstermem gerekiyor. Sonra sana katılacağıma söz veriyorum."
Zeyce çaresiz kabul etti. Termosa doldurduğu çayını yanına alıp gölet kenarında yürümeye gitti. Sonunda üzerine giydiği montu ve kalın kıyafetleri çıkarabilecekti. Sıcak kendisini çok rahatsız ediyordu ama bunu diğer insanların yanında yapmak istememişti. Anlaşılan bugün oldukça soğuk bir gündü. Seyit'in bile ilk defa eldiven taktığını görüyordu. Baharın son zamanları olmasına rağmen burada havanın hala çok serin olması üzerine işçilerin konuştuğunu da duymuştu.
Biraz yürüdükten sonra göl kenarında, güzel geniş bir çınar ağacının altında kendine bir yer buldu Zeyce. Gerçekten burası tam olarak kartpostaldan çıkmış gibiydi. Yeşilin ve kahverenginin her tonu vardı etrafta. Kafasını kaldırıp etrafa bakındı. Ağlayan kız tepesine de oldukça yaklaşmış olduklarını gördü. Tepe tam karşıda o kızıl tehditkarlığıyla kendisine bakıyor gibiydi.
Yere evden getirdiği ufak battaniyeyi serip üzerine yayıldı.
Montunu, beresini, botlarını ve ceketini çıkardı. Böyle çok daha iyiydi işte. O boğucu sıcaklık hissi sonunda kaybolmuştu. Montunu katlayıp başının altına koydu. Telefonundan bir müzik açtı ve gözlerini kapattı. Uzun zamandır bu kadar mutlu ve huzurlu hissetmiş miydi acaba kendisini? Seyit kendisine çok güzel şeyler söylemişti. Gerçekten hissederek söylediği de belliydi. Müziğe ritim tutmaya başladı. Bugün gerçekten harika bir gün oluyordu.
"Git buradan."
"......"
"Zeyce, kaç buradan. Eğer kaçmazsan seni koruyamam onları durduramam anlamıyor musun?"
"Nerede kadar kaçabilirim ki?"
"Git lütfen. Yalvarırım git Zeyce. Ben bir yolunu bulacağım."