Gözlerimi acıtan Güneşin ışıklarıyla uyanmayalı ne kadar olmuştu?
Oturarak uyumanın verdiği rahatsızlıktan olsagerek uykum rahat geçmese de böyle uyanmak fazlasıyla rahattı. Uyanmaktan bahsederken güzel ifadeler kullanmaya alışkın olmayan biri olduğumdan kendi düşüncelerimi yadırgamıştım.
Gözlerimin yeterince acıdığına kanaat getirip bakışlarımı karşımda oturan yada yatan yada ikisinin aras- her neyse saçma bir pozisyonda uyuyan amcama çevirdim. Uyanmaya pek niyeti yok gibiydi benim de uyandırmaya niyetim yoktu. Çantamı alıp merdivenlere doğru ilerlemeye başladım. Hastaneden çıktığımda havanın güzelligi ve bahçedeki rengarenk çiçeklerle büyülenmiş, bahçenin büyüklüğü karşısında şaşkınlığımı gizleyemez bir hale gelmistim. Hem kimden gizleyecektim? sabahın çok erken saatleriydi ve bahçe fazlasıyla boştu. Etrafta koşabilir, bir sürü çiçek toplayabilirdim. Sonra onu insanların kapılarına bırakıp zillerine basıp kaçardım. Ahh! Galiba Çocukluğumu özlemistim. Simdi hadi git bakalım çocukluğuna deseler gitmezdim mesela. Sonuçta aklı bir karış havada, dünyadan bihaber bir Zeynep vardı orda. Simdi aklediyordum en azından. Düşünüyordum. Hatta büyümüştüm de kararlar bile alıyordum. Kendi başımı okşayasım gelse de bu istegimin simdilik üstünü örtüp güzelligini gece farketmedigim bahçeyi dolaşmaya başladım.
Bahçenin bu kadar güzel oluşu içersiyle koca bir tezatlık oluşturuyordu. Soğuk duvarlar ve beyaz-metal ağırlıklı eşyaların arasından çıkıp bir anda cennete gelmiş gibi hissetmek tuhaftı. Hastaların morali içindi yada hastanenin hastalarını arttırmak için de olabilirdi. Herneyse. Bağı sormaktan üzüm yiyemez hale geldigimi farkedip başımı sağa sola salladım.
Yeşilliğin arasına beton dökülmüşse de buranın doğallığını pek de bozamamıştı. Etrafa serpiştirilmiş banklar arka bahçeye gidildikçe azalıyordu. Yeşillikte boy vermiş papatyalar ve sarı mavi minik çiçekler insana bu bahçenin bir bahçıvanının kesinlikle olduğunu hatırlatıyordu. Ağaçlardan birinin altına oturup feracemin kirlenmesini umursamadan kocaman gövdesine yaslandım.
Sahi böyle güzel bir bahçe görünce bir bahçıvanının olması gerektiğini düşünebilen akıl eğer düzgün çalışıyorsa böyle güzelliklerle donatılmış kainatın ve insanın da bir yaratıcısı olduğunu elbette ki düsünebilirdi. Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Çimen kokusu burnuma dolarken beraberinde huzuru da dolduruyordu.
- Gutten morgen. Das Wetter ist schönGözlerimi açınca karşımda bir Türk görmeyi beklemesem de altın rengi saçlı birini de görmeyi beklemiyordum. Hayır Almanya'da ne bekliyorsun? Valla kimseyi beklemiyordum açıkçası. Zihnimdekileri kenara itip cevap vermeliydim. Anlıyordum ama Yarım yamalak Almancamla konuşmak sacmaydı. En iyisi hiç bilmiyormuş gibi davranmaktı.
"Iı ben Almanca bilmiyorum da kusura bakmayın."
Bunları söylerken ağzımı neden eğip büktüğümü biri bana açıklamalıydı çok acil. Çünkü fazlasıyla salak göründüğüme emindim.
-Türk müsün?
Surat ifademi düzgün tutmaya çalışarak şaşkınlığımı sakladığımı düsünüyordum yani en azından ben böyle düşünüyordum.
"Evet nerden anladınız?"
-Sizden çok var
"Hı?'
-Almanya'da çok Türk var, tahmin etmek kolay.
"Anladım."
-Hava çok güzel değil mi?
"Evet öyle."
-Hasta yakını mısın?
"Evet Babanem burada. Türkçeyi iyi konuşuyorsun."
-Evet biliyorum.
Saçma bir muhabbet etmiştik tabii ki. Hayır ne konuşacaktım elin adamıyla. Ben yavaşça toplanıp "iyi günler" dedim ve hastaneye girdim. Ok işaretlerine tabelalara bakarak kantini bulmuştum. İki kahve birkaç tane de poğaça alıp en son amcamı bıraktığım yere doğru ilerlemeye başladım.
Amcam yeni uyandığını belli eden tuhaf sesler çıkarırken ben de bunlardan bir anlam çıkarmaya uğraşırcasına yeni bir tür inceler gibi suratına bakıyordum.
-Nerdesin kız sen?
"Hiiç hava almaya çıkmıştım öyle. Hayırlı sabahlar"
-Sanada. Ne o elindekiler ver bakayım
Amcam poğaçalara yumulmuş bense pek alışkın olmadığım birşey yapıp sabah kahvesi içiyordum. Hava gitgide bunaltıcı bir hal almıştı. Amcam sürekli ağzı dolu olduğu için konuşmuyor galiba bu da benim işime geliyordu. Zira poğaçadan soğumak istemezdim. Önümüzden doktorlar hemşireler geçiyordu arada. Ama kimsenin bizi taktığı yoktu. Bir süre sonra babam ve karısı da geldiler. Babanemi sordular amcam da klasik cevabı verdi.
-Değişen birşey yok bekliyoruz.
Bunu bu kadar çabuk kabullenmiş olmamız tuhaftı ama asıl tuhafı hepimizden çok şu kadının üzgün görünüyor oluşuydu. Amcam kolumdan tutup
-Abi biz gidiyoruz siz burdaysanız?
+Burdayız gidin siz.
Amcamın eskittigi kolumla arabaya doğru ilerledik. Evet onlarla aynı ortamda bulunmak istemiyordum ama amcamın bu kadar düşünceli olduğunu da bilmiyordum.
Eve geldiğimizde ben yukardaki odalardan birine çıkarken amcam da televizyonun karşısındaki kanepeye çoktan yerleşmişti. Zaten hazırlanmış olan yatağa kendimi bırakıp telefonumla uğraşmaya başladım. Bir cevapsız arama vardı. Annemi daha sonra arayacaktım. Sümeyye'yi de aramalıydım çünkü bunu sonradan duyduğunda bana feci ödetecegi aşikardı.
Babanemin yanında olmak için gelmişti buraya ama bir kere dahi odasına girememistim. Bir yararım da yoktu. Burada oluşumu tekrar sorgulayacaktım ki çalan telefon dikkatimi dağıttı.
"Efendim? "
-Nasılsınız Zeynep Hanııım
"İyidir abi ya sen nasılsın?"
-iyi ben de ders çalışmaktan ölüyorum canım biliyorsun
"Kapatıyorum."
-Tamam dur şakaydı ya demiyorum bak bi daha canım manım yok.
"Hehh şöylee"
..
Bir süre konuşup telefonu kapattık. Koralla en son ne zaman görüştügümüzü hatırlamıyordum. Galiba epey olmuştu. Arayıp hal hatır sorması güzeldi. Altından birşey çıkmamasını umarak çantamdan kitabımı alıp farklı bir boyuta geçiş yaptım.
*
+Ooo pamuk prenses anca uyusun zaten. Buraya niye geldiğin belli senin canım ya gezme olsun babaanne bahane değil mi?!
"Hala.."
+Ya bana kaç kere hala deme dedim
"Tamam Sevinç. uyuyakalmışım ne oldu?"
+Evde bir sürü iş var kalk da bi ucundan tut.
Gözlerimi devirerek yataktan kalktım. Yüzümü yıkayıp salona indiysem de ev gayet temiz düzenli duruyordu. Mutfağa geçip bulasıkları yıkamaya başladım. Kendi hayatımda dekor muamelesi gördüğüm şu saatlerde en çok da annemin yokluğu batıyordu içimde bir yerlere. Yıkadığım bulaşıkları durulmaya gelen kişiyi gördüğümde görmemezlikten gelip işime baktım.
-Halanla pek anlaşamıyorsunuz sanırım.
Konuşmasam olmaz mıydı? Bence pekala olurdu ama yapmak istediğim değil yapmam gereken önemliydi şuan.Babamın karısıydı sonuçta değil mi saygıda kusur edilmezdi !
"Bir sorunumuz yok"
-Anladım. Zeynep bazı şeyler almam lazım sen buraları biliyormuşsun galiba. Bana yardımcı olur musun?
"ol-"
-Lütfen!
O sırada mutfağın önünden geçen babamın durup yüzüme bakmasıyla, Omuz silkip kaderime boyun eğdim
"Tamam."
***
**
*
-peki bu nasıl? Bunu alalım mı?
"İstemiyorum dedim size. Beğendiyseniz kendinize alabilirsiniz."
-Zeynepcim seni anlıyorum ama inan ben bu tavırlarını hakedecek bir insan değilim.Evet bilmem kaçıncı kez 'tamam' dediğime pişman olmuş bir vaziyetteydim. Hiç gelmemeliydim bu kadınla. Beni anlamasını istemiyordum hatta iyi biri olması beni mutlu eder miydi buna bile emin değildim. Tek isteğim eve dönmekti.
Zorla bana aldığı yeşil şal elime tutuşturulmuş bir şekilde odama çıktım.
iyi giden birşey yoktu.°°°°°°°°°
Aradan haftalar geçmişti
Bay S.'nin zerre kadar umrunda olmadığımı bu bahaneyle öğrenmiştim işte. Mezuniyetimdeki tüm o sözleri.. Hepsi saçmalıktı zaten. Ciddi de değildi demek ki. Ahh sacmalama Zeynep ciddi olmasını mı bekliyordun böyle bir konuda? Sanki bulutların üzerinde uçarken aniden yere düşmüştüm. Dizlerim kanamıştı da hıçkıra hıçkıra ağlayacaktım. Hayallerim kırılmıştı. Hayal kırıklıklarım içime battıkça daha bir kanıyordum daha bir acıyordu içim. Şuan hissettiklerimi hissetmesini ne çok isterdim oysa.. Gri gözlerinin de benimle kalmasını.. Günaha girmeden doya doya seyredebilmeyi hem.. Belki de bizim hikayemiz buraya kadardı.. Buradan sonrası yoktu belki. Her masal mutlu sonla bitmezdi ya.. Kırmızı başlıklının başlığı solmuştu artık. Beklentilerinin can yeşilinden su yeşiline dönmesi ve suyun yüzündeki köpükmüşcesine yitip gitmesi miydi bu?
Can yeşili derdi.. Daha birkaç dakika önceydi sanki. Bakardı ya derin derin.. Sonra susardı çok. Konuştu mu her sözü kazınırdı yüreğine.. Saçmalamıştı bir kere ya.. Ne güzel de saçmalamıştı. Hüzünlerini son kez dolduracaktı gözlerine. Böylelikle acı da çekmeyecekti hem. Bir kez ağlayacaktı nefeslerini unuturcasına ve sonra gönlünü kendisinde unuttuğu adam gibi unutacaktı onu. Yoksa olmazdı. Olmazdı ki.. Böyle sırılsıklam aşktan.. Aşk mı diyordu? Aşk. Şimdi mi geleceği tutmuştu diline. . ."Solacaktı dualar
Ümitlenenler unutulan.. tahta, kırık bir masada
Ümit verenler utanmasa da
Susacaktı çocuk
Bir küçük harfe hapsedilmiş
ve tüm harfleri kendi bilmiş..
Işık saçsa da Güneş, doğmayacaktı çocuk
Bu sabah doğmaktan bitap, bu sabah unutulacaktı can yeşili eski bir kitap!
Unutulacaktı çocuk
Hiç hatırlanmamışcasına
Belki de yoktu ya
Varlığından kendi dahi habersizdi ya da
Sustu çocuk.
Bir küçük harfe hapsedilmiş
ve tüm harfleri kendi bilmiş çocuk.."Duyuru
Arkadaşlar sınav dönemine giriyorum ve galiba yolunda gitmeyen birşeyler var. bi 3-4 hafta mola veriyoruz diyelim simdilik. Enerji toplayıp geldiğimde böyle mutsuz bölümler de yazmam diye umuyorum hem. Birazcık da dualarınıza ihtiyacım olabilir.. Kitabın devamıyla alakalı güzel fikirlerinizi bekliyorum ve sizleri Allah'a emanet ediyorum...
Selamun aleykum ;)