Ananeme iftara davetliydik. Annemle ben haricinde bir misafir daha vardı: Sümeyye. Evet evet bizim Sümeyye. Ananemin ikinci torunu sayılırdı artık canım. Hatta ikinci sıraya beni koyabilirdiniz bizimkiler baya samimiydiler sağ olsunlar. Hayır tabiki kıskanmıyordum ama burda torun bendim ve ananem Sümeyye varken beni unutuyordu. Ananemi şikayet etmiş olmak gibi olmasın ama böyle sayın okur doğruya doğru.
Biraz erken gidip yardım etmeye karar vermiş dershanede bozulan psikolojimi de bir nebze düzeltme adına yollara düşmüştüm. O kadının benden ne istediği hakkında bir fikrim yoktu. Kuvvetle muhtemel bizi piknikte görmüştü. Yoksa bu sinir.. Ahh bilemiyordum. Altında daha derin sebepler varmışcasına bir öfkeyle çıkmıştı ağzından kelimeler. Bu kadar basit olamazdı ki. Sonuçta Sedef Hanıma göre oğlu herkesle gezebilirdi!!
Dindar anneler geldi aklıma sonra. 'Oğlandır canım gezsin ne olacak! Erkek değil mi yapsın.' diyen dini dar anneler!! Beynimin iplikleri çevrildikçe ben atlıyordum sonra bu ipler birbirine karışıyordu çözemiyordum çünkü ipin ucu kayıptı genelde, aklımdaki ani konu değişimleri falan bundan olsagerekti.Mutfağa girer girmez yemek kokuları tarafından esir alınmıştım. Bu cümbüş midemin guruldamasına neden olurken kokuya parmak banıp ağzıma çalsam orucumun bozulup bozulmayacağı da merak konusuydu. En iyisi bir TV programına bağlanıp sormaktı. Ne?? 'sakız çiğnemek orucu bozar mı?' sorusu kadar tutulmayacağını bilsem de sorum gayet de iyiydi efendim.
Sümeyyeyle birlikte yer sofrasını hazırladık. Sofrabezi ve sini, tabaklar tencereler derken iftar vakti gelmişti bile. Tabiki de yemeklerin neler olduğunu söyleyip kimsenin ağzını sulandırmak gibi bir amacım yoktu lâkin bunlar enfesti tek kelimeyle. Anane olunca ben de leziz yemekler yapacaktım. Evet evet kesinlikle bu konunun anane olmakla bir ilgisi olmalıydı. Amin.Ne var ki Ramazan toplulukla güzeldi. Bir başınayken en güzel yemeği de getirseler anlamı olur muydu hiç? Allah bizleri kendimize bırakmasın diye gönülden dualar ettim.
Mutfağı toparladıktan sonra annemle ananemi birbirlerine bırakıp hava almak için dışarı çıktık. İftardan sonra kalabalık olan yakındaki parka doğru yürümeye başladık. Serin hava tenimize usulca deyip yazın sıcağını hücrelerimizden süpürürken adımlarımızın ahesteligi, elleri ceplerindeki bilyelerin arasında kaybolmuş çocuk mutlulukları bırakıyordu içimizin derinliklerine. Buna İnşirah da diyebilirdiniz kısaca, şükür de..
Bir süre konuşmadan çimenlerin üzerinde yalnızca havanın güzelliğini soluyup şehrin kalabalığını dinledik. Kapalı gözlerim önümde bir karartı durduğunu farketmeme engel olamamış istemsiz olarak göz kapaklarım aralanmıştı.
Şaşkınlıkla yüzüne baktığım çocuk önceki gördüğümden farklı hatta alakasız tavırlarıyla karşımda sırıtıyordu. Kumral saçları ilk gördüğüm günkinden daha dağınık ve üzerinde yine yakasız salaş ve rengini seçemedigim koyu renkli bir tişört vardı.
-Naber
Ukalaca sorulmuş soru karşısında afallasam da bozuntuya vermemeli ve karışımdakini bir an önce başımdan savmalıydım.
"İyi. "-Emre ben. Hatırladın dimi?
"Evet. Evet.. Iı..birşey mi vardı Emre?"
Başını olumsuz anlamda sallarken yanımıza oturmuştu bile. Emre canım hani bizim şu Gül teyzenin yeğeni olan.Eğer şu evlilik meselesiyse ben o konuyu annemle konuşmuş ve halletmistim ve bu çocukla konuşmak yada görüşmek istemiyordum. Hem tüm dikkatleri üzerimizde hissetmem de boş bir kuruntu değildi zira bu paspal haliyle bile fazlasıyla dikkat çekiciydi. Buradan kalkmalı mıydım? Ayıp etmiş mi olurdum? Oturmam ne kadar doğruydu? Önemli olan ayıp etmek mi yoksa gerekeni yapmak mıydı? Uzatmış olduğu eli havada bırakmam ortamın daha da gerilmesine neden okurken Sümeyyeye el uzatma gereği duymadı.
-Bursa'yı yazmışsın.
"Evet."
Konuşurken özellikle dikkatimi başka yerlere vermeye çalısıyordum. Davranışlarımdan birşeyler çıkarmasını istemezdim.