-Burada neler oluyor?
-Birkaç köylü yolumuzu kesmeye cüret etti Leydim. Siz içeri geçip bekleyin lütfen.
Gergin bir şekilde önümde duran şovelye kaptanına baktım.
Söylediklerini kulak arkası ederek ilerledim.En öndeki şovalyeleri de geçince birkaç yaşlı ve genç köylünün bana olan nefret dolu bakışlarını gördüm.
-Ne istiyorsunuz?
Kalabalıktan agresif bir gencin sesi duyuldu.
-Üstündeki her değerli şeyi.
Gerçekten ölmek mi istiyor?
-Williams şovalyelerini fark etmediniz herhalde. Ölmeyi bu kadar çok mu diliyorsunuz?
Şovalye kaptanın hırlamaya benzer bağırışıyla sorun olmadığını belirtircesine başımı salladım.
-İyi bir sebebiniz olmadığı müddetçe yolumuzu kapatamazsınız. Ne istediğinizi son kez soruyorum.Eğer izin verseydim. Şovalyeler şimdiye kadar hepinizi öldürmüştü. Bu yüzden canınızdan olmak istemiyorsanız size yardımcı olmama izin verin.
-Tsk, senin gibi narin bir leydi nasıl yardım edecekse artık!
Şovalye Kaptanı'nın öldürücü bakışlarına maruz kalan genç ağzını kapatmayı akıl ettikten sonra yaşı neredeyse ellilerde bir adam öne çıkıp konuşmaya başladı.
-Köyümüzde salgın var ancak paramız olmadığı için ilaç alamıyoruz.
-Köyün adı neydi?
-Bir adı yok.
-Neden?
-Sığınmacı olduğumuz için.Başımla Anna'ya işaret edip yanıma aldığım parayı adama uzattım.
-Bana yerini tarif ederseniz, size yardım gelmesini sağlarım.
-Bu para yeter de artar bile. Yerimizi belli edersek bizi sürerler.
-Anladım, ancak bir daha yol kesmeyin hayatta kalamayabilirsiniz.Adam gözlerinde yaşlarla yere kadar eğildi. Ne yapacağımı bilmeyerek arkamı döndüm. Arkamdan gelen "Teşekkür" haykırışlarıyla son bir kez o insanlara dönüp gülümsedim.
Arabaya geçip yola devam etme emri verdikten sonra derin bir nefes alıp tekrar dışarıyı seyretmeye başladım. Hiç bir zaman iyi bir insan olma derdinde değildim. Hep önce kendimi düşünürdüm. Ancak bu statü farklılıkları bana çok tersti.
Hepimiz aynı özelliklerle doğmuşken nasıl biri asil diğeri köylü diye sınıflandırılırdı ki.Ancak bu dünyanın düzeni böyleydi. Gerçi benim yaşadığım dünyada da bu şekilde olmasa bile yine de sınıf ayrımı oluyordu.
Birkaç saat sonra şehir merkezine gelmiştik. Meydan fazlasıyla kalabalık ve lükstü.
Ara sokaklarda oyunlar oynayan çocuklar, ürünlerini satmak için yarışan ve bağıran esnaflar,çiftlerin resmini çizen birkaç ressam, saat kulesinin bulunduğu merkez yerin önünde ortaçağ enstrumanlarıyla çalgıcılar vardı.
Meydanı geçtikten sonra yarım saatlik bir yolculukla beraber başkentteki malikenemize gelmiştik. Dükalıkdaki saray gibi evimize kıyasla burası daha küçük ve mütevaziydi. Çünkü ne babam ne abim pek başkentte bulunmazdı. Tabi bu büyüklükte bile hala devasa bir yerdi.
Baş hizmetçinin yönlendirmesiyle odama geldim. Yıkanıp yemek yedikten sonra yapmam gerekenleri not almaya başladım. Öncelikle ikinci prensin doğum günü balosudan önce azizeyle tanışmalıydım. Leslie başkente gelmeden bunu halletmem gerekiyordu. Leslie gelirse beni rahat bırakmaz, başkenti gezmemizi söylerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Altın Kaşıkla Doğan Prenses
خيال (فانتازيا)Ben 21.yüzyıl Türkiye'sinde 25 yaşında ölen sıradan biriydim. Matematik bölümünü bitirmiştim. Atanmak için sınavlara çalıştığım sıra araba kazası geçirip öldüm.Ve gözlerimi açtığımda ölmeden önce çok sevdiğim internet novelindeki Ducellion İmparato...