[Gerçek olamaz, bu gördüklerimin hiçbiri gerçek olamaz. Bir kabusun içindeyim uyanamıyorum... Sayıklamayı bırakamıyorum, gözlerim biliyor tüm vahşeti, zihnimse reddediyor beni acıtan ne varsa. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye devam ediyor, çaresizce ve zavallıca.
Uyandır sevgilim beni bu kabustan, her şey kötü bir rüyaydı deyip saçlarımı okşa. Benim beyaz lilyumum kırmızıya çalmamış olsun... Adeta tüm bedeni kanla yıkanmışçasına gözlerimin önünde duran sen misin?...
Duymuyor beni, gözlerime bakmıyor. Bu hüzün dolu gözlerle yüzleşmekten korkuyor, kaybetmiş kendini. Dayanamıyordum ama, canımın yanışıyla öyle derin bir sitem bırakmıştım ki gökyüzüne sonunda duyurabilmiştim ona sesimi. ''Dur'' demiştim, ''dur artık''. Durmuştu, tek bir an gözlerime baktığını hatırlıyorum. Sonrası karanlık, her şeyden acı zifiri bir karanlık...]
(Kurgunun epey ilerideki bir bölümüne ait previewdir.)
*
Renjun
İnce ince süzdüğüm kitapların arasından sonunda aradığımı bulmuş raftan çekmiştim. Biyoloji bölümünün oldukça büyük bir kütüphanesi olduğundan buraya geldiğimde hızlıca çıkmam pek mümkün olmazdı. Severdim de araştırma yapmayı, aklım fikrim derslerimde olursa bunun dışında bir şeyler düşünmeme fırsat olmazdı. Kendim için böylesinin daha iyi ve uygun olduğunu söylemem içinde bulunduğum durumda yanlış olmazdı.
Elimdeki mantarlarla ilgili kitabı incelemeye devam ederken bana doğru yaklaşan birinin olduğunu anlamıştım. Kokusundan onu tanımam, bana yaklaştığını anlamam hiçte zor değildi, duyularım hassastı. Bir mortuus letalis olmamın bazı avantajları var işte...
''Mantarlar.''
Tam arkamda durup söylemişti Donghyuck. Gözlerimi kitaptan ayırmadan gülümseyerek yanıtlamıştım onu.
''Araştırma yapmak için iyi bir gün.''
''Benim içinde öyle.''
Yan tarafıma geçip raftaki kitapları incelemeye koyulmuştu. Donghyuck'la aynı bölümdeydik, kimi zaman ''ne yazık ki'' kimi zamanda ''şanslıyım'' dememe neden olan bir durumdu bu. Onunla arkadaşım desem yalan olur, ama değilim de diyemiyorum. Donghyuck'la kendimi herhangi bir kalıba koyamıyordum çoğu zaman, bir adımız yok, yok çünkü engellerimiz fazla. İçten içe biliyorum bana ilgisi olduğunu, bana olan tavırlarındaki samimiyetinden, gözlerime bakarken ki gözlerinden, bazenleri sessizliğinden, dalıp gitmelerinden... Bilmem bir işe yaramıyor.
Bir anlığına gözlerimi kitaptan ayırıp onun üzerinde gezdirmiştim. Bende bakardım ona, yalan yok. Kahverengi saçları, yüzündeki küçük benleri, gözleri, kaşı, burnu... En çoksa sütlü çikolata gibi olan ten rengine bakardım, her şeyden güzel gelirdi bana. O sütlü çikolata bende vanilya gibiydim, platin saçlarım, açık ten rengim... İkimizin zıtlığı hoşuma giderdi, yan yana durmamız az da olsa heyecanlandırırdı beni. Mümkün olabilir miydik bilmiyordum ama olmamızı isterdim.
''Kiminle çalışacağını seçtin mi?''
Düşüncelere daldığımdan sorduğu soruyla biraz irkilmiştim. Bakışlarımı doğruca ona çevirdim.
''Ödev konusunda mı?''
''Hım, aslında merak ettiğim halen biriyle grup olmadıysan beraber yapıp yapamayacağımızdı.''
Henüz kimseyle grup olmamıştım ve dürüst olmak gerekirse onun bana sormasını beklemiştim.
''Kimseyle sözleşmedim, yani ikimiz çalışabiliriz. Ama Mark kiminle grup olacak, onun için sorun olmaz mı?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heart of the Monster | RenHyuck
FanfictionHangi canavarın kalbi bir insan için atardı? Canavarların kalbi olur muydu?