Donghyuck
Gelmiştim kapısının önüne. Belki ne duyacağımı bilerek, belki çok canımın yanacağını bilerek, gelmiştim işte. İnkar ediyordum gözlerimle gördüklerimi bu yüzden kulaklarımla da duymalıydım doğruca ondan. Sonra ne olacaktı peki? Bilmiyordum ki, sadece buraya gelmem gerektiğine inanmıştım bir şekilde...
Şifresini bilmeme rağmen kapıyı çalmıştım, eğer açmazsa o zaman kendim girerdim. Bekledim biraz, herhangi bir ses gelmemişti, içeride olduğuna emindim ama. Şifreyi girip kapıyı açtım, artık geri dönmek için çok geçti.
Salona girmemle koltukta oturan onu görmüştüm. Korkmuştum, kötü göründüğü için değil, omzundan aşağısını ve göğsünün tamamını bir bandajla sardığı için. Oradan nasıl çıktığımızı bilmiyordum ancak öncesini... öncesindeki her şeyi görmüştüm. Tüm o gördüklerime rağmen halen onun için endişelenen bir aptaldan daha fazlası değildim. Halbuki çok sevdiğim beyaz lilyumumun saçları bile kanla kırmızıya çalmıştı...
Yanına yaklaşacağım sırada eliyle durmamı işaret edip ''yaklaşma'' demişti. Eğdiği kafasını geldiğimden beri ilk kez kaldırıp bana baktı. Yaşlı gözleri ne anlatıyordu anlamıyordum ama beni mahvediyordu, iliklerime kadar işliyordu.
''Git Donghyuck, yalvarırım git. Fazla bakamam gözlerine, gözlerindeki korkuya, hayal kırıklığına... Lütfen git.''
''Nereye gideyim Renjun? Gördüğüm onca şeyden sonra, aklımın kabullenemeyeceği olaylardan sonra gidebileceğim neresi var? Bak, ben yine buradayım. Çünkü inanmıyorum, sen benim sevgilimsin benim tanıdığım Renjun'sun diyorum hala içten içe. Bir kabustu değil mi, söyle bana. Kötü bir rüyaydı de, ya da ben yanlış görmüşümdür bir şeyleri, doğrusunu sen anlat bana.''
Rüyaydı de, yanlış anladın de, aslında bunlar hiç yaşanmadı de... İnanırım Renjun, sadece o kelimeleri söyleme bana, ben senin tanıdığın kişi değilim deme. Şimdi gözlerinden akan yaşları silmek istiyorken yapma bunu bize.
''Özür dilerim, çok özür dilerim.''
Yaklaşıp kolundan kavrayarak ayağa kaldırmıştım onu. ''Özür dilerim'', sadece bu mu? Ne anlayacaktım bu iki kelimeden, bunu duymak istemiyordum ben, bir açıklama bekliyordum.
''Özür dilerim deyince ne değişiyor? Buraya bunun için mi geldiğimi düşünüyorsun? Gerçeği istiyorum ben.''
''Gerçek? Öyleyse bak bana.''
Kavradığım kolunu sertçe çekmişti.
''Bak Donghyuck, bu yaraları alan bir insan olsa ayakta durabilir miydi? Bir insan ateşi elinde tutabilir miydi ya da başkalarının kalbini kolayca söküp alabilir miydi? Sen bir canavara bakıyorsun ve mantığın kabullenmese dahi karşındaki bu iğrenç varlık fazlasıyla gerçek.''
Gerçek demişti, söylemesini istediğim en son kelimeyi söylemişti. Kabullenip kabullenememeyi geçtim artık, kalbim parçalara bölünüyor. Hiç acımadığı kadar acıyor şimdi.
''Neden...''
Sebepsizce çıkmıştı ağzımdan, ne için, kimin için bilmiyorum. Kelimenin devamı nasıl gelir onu da bilmiyorum, neden diyorum sadece. Belki de her şey için sorduğum koskoca bir soru bu.
Renjun'un elleri yavaşça hareket etmişti, anlamıştım ya yüzümü avuçlarının arasına almak istemişti. Ama ne o bana doğru gelebildi, ne de ben ona gidebildim. Geri çekildi bu yüzden.
''O güzel yüzüne dokunmaya ne haddim var ki? Sana yalanlar söylemekten başka bir şey yapmadım. Bir gün her şeyin ortaya çıkacağını bile bile yaptım bunu. Ama Donghyuck-''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heart of the Monster | RenHyuck
FanfictionHangi canavarın kalbi bir insan için atardı? Canavarların kalbi olur muydu?