hellö!
nasılsınız bakalım?
özlediniz mi Kürşat'ı 🥺geldiler uzun süre sonra, biraz geç oldu ama geldiler 🥳
hatta efendim yakında 4. Bölüm de gelecek ve Afife ile de özlem gidereceğiz.
bunun da müjdesini verip lafı daha fazla uzatmadan sizi bölüme uğurlayayım, ehehehe 💖bölüme başlama saatinizi buraya bırakmayı unutmayın, satır aralarında ve yorumlarda görüşmek dileğiyle...
hepinize keyifli okumalar 🌧️
🥀❤🩹
Duman ~ Kırmış Kalbini
🥀❤🩹
KÜRŞAT
Kafamın içindeki düşünceler daha sonra sahneye çıkmak için kulisine çekilirken Yener'in başına minik bir öpücük kondurdum ve LEGO'muzu yapmaya başladık. Bu aşama biraz sessiz geçse de Yener ile yine bitirdik. Kâh gülüşüp kâh sustuk ama güzelce vakit geçirip geminin o sağlam duracağı temeli bitirdik. Kimi zaman da onun yine 'neden, niçin, nasıl' sorularına cevap vermiştim. Klasikleşmişti biraz bu olay çünkü onunla en akıcı muhabbettim onun meraklarının üstüne gitmekti. Kendini meraklarının cevaplarını ararken kendini açıyordu. Onun dışında susuyordu, arkasını dönüyordu, yalnız olmak istiyordu. Bana baktığı gözlerindeki o bin bir parça olmuş kırgın bir yorgunluk vardı. Çok uzun süre yaşamış insanın umutsuzluğunun bakışlarını taşıyor gibi hissettiriyordu. Diğer konular zaten üzerken bir de böyle susup öyle bakması üstüme daha da üzgünlük çöktürüyordu. Keskin gözlere sahip olan ben üzgünlüğü artık fark edemiyordum. Çünkü oğlum da ben de buna alışmıştık. Alışılmamalıydı ama... Ama'nın öncesi önemli değildi. Alışmıştık.
Yener'in koluma başını dayayıp iç çekti ve nefesleri daha da yavaşlamaya başladı. Bu tavrı ile daha da melülleşmesi üzerine uykusu geldiğini 'tak' diye anlamıştım. "Hadi yatağımıza gidelim babası," diyerek kucakladım onu, sarsmadan çevik bir hareketle ayağa kalktım. Yener sadece gözlerime baktı, gözlerime benzeyen o gözleri ile. Tebessüm etmek istedim ama ben de onun gibi bir iç çektim. Alnına küçük bir öpücük kondurup salonun ışığını kapattım, oyuncakları yarın gitmeden toplarım düşüncesi ile.
Ara yerden geçip soldaki en son odaya girdim. Yatağına ilerlerken bir elimle daha da sıkı tuttum Yener'i. Diğer boşa çıkan elimle pikesini açtım, onu yavaşça yatırdım yatağına. "Yarın gidecek misin yine?" diye sordu kollarımın arasından çıkarırken onu. Yutkundum. Ağırca salladım başımı. "Evet," dedim. "Gideceğim. Kurtarılması, korunması gereken insanlar var, oğlum. Güçleri yetmeyip bize muhtaç olanlar da var. Beni bekliyorlar."
"Ama Mamannem de seni bekliyor," dedi Yener. Bakışlarım daha da ona kilitlenirken o ise gözlerini kaçırdı, "Ben de bekliyorum bazen. Özlüyorum seni." Duyduğum bu sözün kıymeti yüreğime ağırlık yaptı. Gözlerimin dolmaması için dişlerimi sıktım ve iş yerimdeki hâlime - duygularını yansıtmayan - bürünmeye çabaladım. "Ama biliyor musun? Beklediğimiz zamanlarda hep gelmemiş oluyorsun. Ama bekleyen diğer insanlara gidiyorsun. Neden ilk bize gelmiyorsun ki baba?"
Hayatımda birçok kez kal geldiği anlar yaşadım. Terörist karşısında silahımın tutukluk yaptığı, hainlerin arkadaşım dediğim insanlardan çıktığı, cehennem haftasında yemeden içmeden kendimi kilitlediğim, arşlardan suyun dibine çakılmam için bırakıldığım, eski karımın yaptıklarını öğrendiğim anlar... Ve bazen de çocuğumun sorduğu nedenlere cevap bulamadığım anlar... Ama bu neden: Bir çocuğa - hele de kendi çocuğuma - nasıl açıklayacağımı bilemediğim, nedendi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yağmur gibi sev beni.
Romancedipnot; Argo ve cinsellik içermektedir. "Seni seviyorum diye git gellerinle benim ağzıma sıçamazsın Kürşat. Seni seviyorum diye hep öyle sevgi pıtırcığı olacağımı sanamazsın, bekleyemezsin. Seni öyle bir severim ki, senden nefret ettiğimi düşünürsün...