gördüğüm bedene şaşırmıştım açıkçası. balkonumun önünde bana bakıyordu. biraz incelemek istedim çünkü her ne kadar istemesemde onu özlemiştim. biliyordum. kendimi kandırmaya gerek yoktu.
saçları simsiyahtı. üzerinde incecik bir gömlek altında ise kumaş pantolon vardı.
kafası kaldırıp bana baktığında gözlerindeki yorgunluğu ve bıkmışlığı tüm hücrelerimde hissettim. cidden bu kadar yorulacak ne yaşamış olabilirdi? bizi terk ettikten sonra ne yaşamış olabilirdi?
sigaramı söndürüp aşağı, tam onun önüne attım ve içeriye girdim. jimin'in gönlünü almam gerekiyordu. çok üzerine gittim sanırım.
salona indim. koltukta oturup ağlıyordu. onunla tekrardan sevgili olmayacaktım. ilişkimiz çok yormuştu beni ama bu şekilde üzülmesine de izin vermek istemedim.
yanına oturduğumda bana git dermiş gibi bakıyordu.
"hey..." dedim kısık bir sesle. elimi elinin üzerine koydum. kafasını kaldırmıyordu.
"söylediklerim için üzgünüm. bir şekilde patlayacaktım belki de. yine de bu şekilde kaba olmamalıydım. biz sevgili olmadan önce en iyi arkadaşlardık. ilişkimizde de bu değişmedi. biz her zaman birbirimizin yanında olduk, birbirimizi her zaman destekledik, birbirimizin omzunda ağladık ama bu ilişki beni yıprattı. birbirimize karşı değişmek istemiyorum. seni hâlâ seviyorum ve en yakın arkadaşım olarak kalmanı istiyorum. ikimizin için de en iyi olanı bu bence. birbirimizi daha az kırarız."
dediğimde kafasını kaldırdı ve bana baktı. elinin tersiyle göz yaşlarını sildi.
"belki de haklısın. ikimizde bu ilişkide birbirimizi çok kırdık ama emin ol kıran taraf tek ben değilim. kendinden haberin yok ama beni paramparça ettin hyung. sadece yakın arkadaş olarak kalmalıyız. her zaman birbirimizin yanında olarak." dedi buruk bir gülümsemeyle.
"ne yaptım sana?.." dedim başımı öne eğerken.
burukça güldü ve şöyle devam etti.
"hyung, sen kabul etmesende içinde bir şeylerin bitmediğini ben biliyorum. beni gerçekten sevmek istedin. elinden geleni yaptın ama bazı anlarda sözlerinle ve hareketlerinle kalbimi çok kırdın. twittera attığın o aşk acısı çekermiş gibi tweetlerin sonrasında gelen benimle ilgili olan güzel tweetlerin bir şeylerin yanlış olduğunu ortaya koydu zaten. sen benim hyungumdun ve hep öyle kalacaksın. biz abi kardeşten öte olamadık. olamayacağız da. o yüzden en iyisi bu şekilde devam etmek."
dediğinde kafamı kaldırdım. sözleri beni afallatmıştı. cidden dışardan öyle mi gözüküyordum? jimin bana neden yalan söylesin ki? o öyle diyorsa öyledir.
"cidden içimde savaş veriyormuşum gibi mi gözüküyordu? bilmiyordum. seni üzdüğüm ve kırdığım için defalarca özür dilerim senden." diyebildim gözlerine bakarken.
hafifçe gülümsedim ve ona sarıldım. kendini çekmedi ama sarılmadı da.
ayağa kalktım ve kapıya yöneldim. biraz yürüş yapmak istiyorum.
kapıdan çıkarken telefonuma mesaj geldi.
-seninle her zaman buluştuğumuz kafede şimdi buluşalım. konuşmak istiyorum.-
mesajı okuduğumda anlam veremedim. kimle nerde buluşuyordum ki diye düşündüm. sonradan aklıma geldi.
"seokjin..." dedim sessizce. o sırada da evden çıktım.
gitmek istemiyorum ama adımlarım beni oraya götürüyor.
xx kafesine geldiğimde içeride onu gördüm. oturmuş, bekliyordu.
derin bir nefes aldım. ne anlatacağını, ne konuşmak istediğini deli gibi merak ediyorum.
içeriye girdim ve direkt karşısına geçtim. kafasını kaldırıp umut dolu gözlerle bana baktı.
"lütfen otur. sadece beni dinle." dedi sadece.
oturdum. "ne anlatacaksın? yaptığın gezileri? ya da yattığın insanları? bence anlatmaya bizi terk edişinle başla çünkü hiç düzgün bir veda mektubu değildi." dedim.
derin bir nefes aldı ve gözlerime baktı.
"konuşacak mısın? gideyim mi?" dedim beklemeden.
"söylediğin ve söyleyeceğin şeyleri iyi seç çünkü artık sana olan güvenim kalmadı. söylediğin hiçbir şeye inanmıyorum. bana olan sevgin gibi yalanlar söyleme. karnım çok doydu." diye devam ettim.
"namjoon-ah."
"ne var?"
"bana böyle davranma..."
"ne? dalga mı geçiyorsu benimle?? nasıl davranmamı bekliyordun. öpüp başıma mı koyayım seni? gidiyorum ben." diyip ayağa kalktığımda kolumu tuttu.
"başım beladaydı. gitmek zorundaydım. keyfimden gitmedim. lütfen beni biraz dinle. lütfen..."
gözlerinin dolduğunu görünce dayanamadım ve oturdum geri.
"devam et."
"sizler için büyük bir proje üzerinde çalışıyordum ve yüklü miktarda paraya ihtiyacım vardı. bende gidip parayı buldum. onlara ödeyeceğime söz verdim. söz vermesemde ödemek zorundaydım zaten. ancak işler yolunda gitmedi ve onlara paralarını geri ödeyemedim. beni tehdit ettiler. ya parayı öderdim ya da sevdiklerime teker teker işkence ederlerdi. bende yurt dışına çıkmaya karar verdim. kur farkından dolayı orda kazandığım parayla buraya geldiğimde borcumu ödemiş olacaktım. öyle de oldu. borcumu ödedim ancak başka bir sorunla daha karşılaştım. yaklaşık iki aydır koredeyim. bu sefer daha büyük bir boka battım ve bunu sana söylemek zorundayım. çünkü seni yeniden yüz üstü bırakmak istemiyorum. buraya geldikten iki hafta sonra peşimde birilerinin olduğunu fark ettim. kimler ne neciler bilmiyorum ama beni takip ettiklerine eminim."
"cidden bu söylediklerine inanayım mı? bana kanıt göster." dediğimde hiç düşünmeden çantasından bir kağıt çıkardı.
"bu söyleyeceğini biliyordum. o yüzden yatırdığım paranın dekontu bu. kendimi güvenceye almak için dekont istedim de. sonra mazallah tekrar isterler benden para. olmaz yani."
kağıda baktım. cidden de söylediği gibi yazıyordu dekontta.
"peki bu kırmızı imza ne?" diyip ona baktım.
"eh, dekont istemek biraz pahalıya patlatı. elimi kesip akan kanımı mürekkep gibi kullanıp imza attı." dediğinde şok oldum.
"sen ciddi misin?"
başını evet anlamında salladı.
"hatta arkandaki siyah araba asla tanımadığım ama beni takip eden arabaya ait."
arkamı döndüm ve arabaya baktım. o sırada arabadan iki kişi ellerinde silahla indiler. bizim olduğumuz yere doğru yürümeye başladılar.
içlerinden biri silahı bana, diğeri ise seokjin'e doğru tuttu.
"3 diyince kaçıyoruz namjoon. duydun mu? 3 diyince!"
başımı hızlıca onaylar anlamında salladım.
"1! 2! 3! KOŞ!"