İyi günler efendim.
Nasılsınız? İyisinizdir umarım.
11:57
***
"Ay sırtım, sırtım." Kayı'nın yerinde doğrulup gerinmesini izlerken, kurumuş gözlerimi ellerimle ovaladım. Tüm gece boyunca uyumamış, Eres'le oturmuştum. Eres'in bizi güvende tutacağından emin olamadığım için gözlerimi kırpmadan etrafı gözetlemiştim. Bu gece ormanda kalmıştık. Eve gittiğimiz de bodrumun kapısını başka bir yerde, komutanın cesedini başka bir yerde bulmuştuk. Sorun şuydu ki cesedinin belden yukarısı yoktu. Bahçemiz alt üst edilmiş, her tarafı kazılmıştı. Sanki bir şey arıyorlardı. "Size dair bir ipucu, kağıt, not, her hangi bir şey arıyorlardır." Kayı'yı neden bıraktılar peki? "İşlerine yaramayan kişilere dokunmuyorlardır." Yazdığım kitap sapa sağlam duruyordu ama. Bir ipucu arıyorlarsa onu neden almadılar? "Gereksiz bulmuşlardır, duyguları tanıttığınız bir kitaba neden ihtiyaç duysunlar ki?"
Derin bir iç çekip ağacın gövdesine yaslandım. Dirseklerimi diz kapaklarıma yaslamıştım, bu gece gökyüzü daha da bir kasvetliydi sanki. Kafamı gökyüzünün karanlığından çekip soluma doğru çevirdim. Kayı uyanmıştı. Bakışlarımı yeni uyanmış dalgın suratında gezdirdim, suratını inceledim. Kıvrılmış kirpiklerini, kızarmış dudaklarını. Tüm gece horlaya horlaya uyumuştu. Şimdi ise saçları dağılmış tek gözü açık bir şekilde etrafa bakınıyordu. Nerede olduğunu unutmuş olacak ki bir anlık şok geçirdi. "Niye ormandayız?" Sonra dün olanları hatırlamış olacak ki, açılmış gözlerini kapatıp tekrar yere yattı.
Kafasını kucağıma koyan Eres'in sırtını kaşırken bir yandan da ayağımla Kayı'yı dürttüm. "Kalk artık. Kalacak bir yer ve para bulmalıyız." Dirseğini yere yaslayıp çenesini de eline koydu. Yeşil gözlerini üzerime dikmiş öylece bakıyordu.
"Neye bakıyorsun dangalak?"
"Çok güzel bir yüzün var." Yüzümü buruşturup başka bir tarafa baktım. "Güzelse ne olmuş?" Omuz silkip ellerinden destek alarak ayağa kalktı. "Sen satıcı olsaydın, ilk senden alışveriş yapardım. Çünkü çok güzelsin, böyle uzaktan bakınca suratın ışıldıyor. Gözlerin de hiç bir ifade yok ama güneşte parıldıyorlar. Hiç gülmüyorsun ama yanağında çukur var. Böyle parmağımı içine sokasım geliyor. Gamze diyorlardı ona sanırım." Böyle olduğumu bilmiyordum. "Seni mi incelemiş şu herif? Öldür onu sinirimi bozuyor." Bana cadı diyen sensin, niye seni öldürmüyorum? "Beni öldüremezsiniz leydim." O niyeymiş? "Çünkü ben harikayım, bana kıyamazsınız."
Boğazımı temizleyip ayağa kalktım. "Önemsiz, satacak bir şeyimiz yok." Çiçeklerin çoğunu daha ekmediğimiz için tohumlarını yanımıza almıştık, ama ekecek bir yerimiz yoktu. Daha doğrusu bir evimiz yoktu. "Yazık."
"Niye bir işimiz de rast gitmiyor ki?" Sızlanmasına katılıp ellerimi göğsümde birleştirdim. "Evren bile bize karşı, birazdan da yağmur yağmaya başlar kesin." Burnumun ucuna damlayan su damlasıyla kafamı gökyüzüne kaldırdım. "Cidden mi? Ciddi misin ya!" Artık ne yapacaktık? "Dilencilik yapın." Berlin, susmalısın.
"Kahrolasıca evren!" Kayı abartmaya başlayıp havaya yumruklar savururken elimle ağzımı kapatıp kafamı iki yana salladım. Bu çocuğu niye öldürmedim ki ben? "Çok doğru, çok doğru. Hadi öldürelim." Boşuna sevinme, öyle bir şey olmayacak. Kayı hakkında hala aklıma oturmayan şeyler var. Kontrolüm altında olmamasına rağmen beni koruması, yanımda korkmaması. Bir de korktuğun da ilk bana koşması gibi şeyler. "Sizden başka tanıdığı yok çünkü." Bu bir bahane değil.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nefretin Tanrısı
FantasyVe kızıl dolunay vakti geldi. Beldam için, bizim için yeryüzüne ikinci kez adımımı attım. İkinci kez o mağarada güzel yüzüne baktım ve yaptığım onca şeyden sonra tekrardan pişman oldum. Babamın sürgün edilişine bile ağlamayan ben Belda'nın yüzünü gö...