7.Bölüm

984 110 23
                                    

UYARI: BU BÖLÜM DETAYLI OLMAMAKLA BİRLİKTE İŞKENCE İÇERİR. RAHATSIZ OLACAKLARIN BÖLÜMÜ YARISINDAN İTİBAREN OKUMASINI TAVSİYE EDERİM.

İyi okumalar.

Şapkalı beni yalnız bırakıp gittiği andan itibaren kendimi acıya hazırlamıştım. Bana tecavüz etmeyeceklerini bilmek içime su serpmemişti. Tecavüzden daha ağır işkenceler olduğunu biliyordum.

Çoğu kişinin aksine bedenin saflığına anlam yükleyemiyordum. Elbette sevmediğim, istemediğim kişilerin bedenimi kullanarak kendilerine zevk vermesi iğrençti ama kaldıramayacağım bir şey değildi.

Küçüklükten beri aldığım eğitimler beni öyle bir noktaya getirmişti ki görevim için her şeyimden vazgeçebilirdim.

Canım başta olmak üzere bedenim de buna dahildi.

İlk davranan kişi saçı başı birbirine girmiş bir kadın oldu. Benim temiz kıyafetlerim, düzgün vücudum ve onun aksine pis koku yaymayan tenim hoşuna gitmemiş olacak ki saçımdan tuttuğu gibi yere yapıştırdı beni.

Direnmeye çalışmadım. Bu bir testti.

Bunun yerine kendimi hipnoz etmeye başladım. Onlar bana zarar verirken zihnimde saklanmak en iyisiydi. Karşımdakiler böyle durumlar için eğitilmiş özel askerler olmadığı sürece sorun yoktu.

Beni oradan çıkaramazlardı.

Ne yaptığımı bile fark edeceklerini sanmıyordum. Bayıldığımı düşüneceklerdi muhtemelen.

Flashback

"Bu senin canını yakıyor mu?" diye sordu İblis voltajı arttırırken.

Çığlık atmamak için ağzıma soktukları süngeri ısırdım ve cevap vermedim. Bir kör bile kıvranacak kadar acı çektiğimi söyleyebilirdi.

"Buna alışman lazım Derin. Yaşayacağın en hafif işkencelerden biri olacak bu. Voltajı oldukça düşük. Öyle görevlerin olacak ki bunun on, yirmi katı şiddetinde elektriğe maruz kalman ve buna rağmen zihnini açık tutman gerekecek."

İblis'in yüzünde bir keder ifadesi vardı. Onu böyle görmekten hoşlanmıyordum. O mutlu olduğunda ben de mutlu oluyordum. Üzüldüğünde üzülüyordum. Diğer ajanlar bana onun benim babam olmadığını söylemişlerdi ama bence yalan söylüyorlardı.

O, benim babamdı.

Onu yüz üstü bırakmak istemediğim için dişlerimi bir kez daha süngere geçirdiğimden emin olup kafamı salladım. Devam edebilirdi. Onun yalnız başına bir göreve gönderilip bu acıları çekeceğini düşündükçe onun yanında olup acısına ortak olma isteğim artıyordu.

İblis nazikçe kafamı okşadı.

"Sen çok güçlü bir kızsın Derin. Umarım hep böyle güçlü olursun."

Voltajı bir kez daha arttırdı ve bu kez bütün çabalarıma rağmen dünyam karardı.

Birisinin hayal meyal göğsümü ısırdığını hissedebiliyordum ama o kadar içime ve anılarıma çekilmiştim ki tam olarak anlayamıyordum. Herhangi birinin izleme olasılığını hesaba katarak çığlık atmaya başladım.

Sesim kısılana kadar bağırmalıydım ki sonradan sessizliğimi garip bulmamalılardı.

Ben çığlık attıkça bana yapılan işkencelerin dozajı arttı. Tırnaklarım söküldü, elektrik verildi. Bedenimdeki kemikleri itina ile kırdılar ve beni defalarca kez boğmaya çalıştılar.

Zihnim berrak olsaydı bu acı beni bayıltabilirdi. Haklarını vermek lazım insan vücudunun hassas noktalarını iyi biliyorlardı. O kadar ki bilincim tamamen açık olmamasına rağmen halen daha acıyı çok kuvvetli bir şekilde hissedebiliyordum.

Bir süre sonra boğazım ağrımaya başladı ve çığlık atmayı kestim. Vücudum istemsizce kasılıyordu.

Birazdan geleceğini biliyordum.

Gelmeliydi.

Zarları atmış, bahsimi yapmıştım.

Her şeyden önce içimde bir yerlerde gelmesini umut ediyordum. Sanki gelmezse kalbim binlerce parçaya ayrılacaktı. Bu düşünce inanılmaz derecede mantıksızdı zira ben Derin Haykıran'dım. İblis Arıkan'ın varisi, Yeşilkent'in şu anki en iyi ajanı ve muhtemelen gelecekteki başkanıydım.

Bir kalbim olmamalıydı. Duygularım da olmamalıydı. Sahir, Sena, Sezgin ve İblis zaten zaaf olarak üzerime yeterince yük bindiriyordu. Bir başka yüke daha ihtiyacım yoktu.

Ama işte burada, iğrenç eller bedenime zarar verirken umurumda olan tek şey onun gelip gelmeyeceğiydi. İstesem buraya bırakıldığım an buradan kaçabilirdim ama bunu yapmamıştım.

Nedeni görev değildi. Elbette görevimde başarısız olarak geri dönmek istemiyordum ama dönsem bile çok bir tepki alacağımı zannetmiyordum. Sonuçta burayı görüp canlı çıkmak bile herkesin ağzını kapatacak kadar büyük bir başarı olacaktı.

Ama Şapkalıdan bu kadar erken ayrılmak istemiyordum.

Bu yüzden bu aşağılanmaya katlanıyordum ve eğer bütün bunlara rağmen halen daha gelmezse onu aklımdan sonsuza dek silecek ve bu kahrolası yeri yakıp kül edecektim.

Umudumu yitirmeye başlamışken bedenimdeki ellerin artık olmadığını fark ettim. Burnuma dolan iğrenç kokular yerini hoş bir aromaya bırakmıştı.

"Sen mi daha aptalsın yoksa ben mi daha aptalım karar veremiyorum." Diye mırıldandı kadifemsi bir ses.

Gelmişti.

İyi bildiğim kollar beni sarıp sarmalarken saçma bir mutlulukla dolmuştum.

"Geleceğini biliyordum." Diye mırıldandım.

Mırıldanmama da gerek yoktu gerçi. Sesim inanılmaz kısılmıştı.

"Ama ben bilmiyordum. Tanrılar şahit ki buraya gelmemek için binlerce nedenim vardı. Gelmek için ise bir neden bile bulamadım." Dedi fısıldarcasına.

"Ama geldin."

"Ama geldim."

Sessizlik ikimizi de esir alırken eski insanlardan kalan bir sözü hatırladım. Folix Deux. Çift kişilik delilik. Sanırım durumumuzu daha iyi anlatan başka bir terim olamazdı. İki kişinin yaşattığı bir delilikti bu.

"Derin sana kaçman için fırsat verdim. Bunu biliyorsun. O aptal böceklerin hepsi açlıktan o kadar güçsüzdü ki isteseydin buradan yüz kere çıkmıştın. Tek bir koruma ile bırakmadım. Peşine düşmeyecektim ama sen yine de kalmayı seçtin. Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?"

Kafamı iki yana salladım. Ne demek istediğini anlayamamıştım.

"Artık benimsin. Ruhun, kalbin, bedenin... Hepsi benim. İstesen de istemesen de. Bu saatten sonra ayaklarıma kapanıp yalvarsan bile gitmene izin vermeyeceğim."

Dudaklarımdan alaycı bir kahkaha dökülürken "Bu kadar çirkinken bile beni istemen güzel." Diye fısıldadım..

Onda göreceğimi hiç düşünmediğim şefkatli bakışlar eşliğinde saçlarımı okşarken "Halâ güzelsin. Vücudunun her yeri yarayla dolu olsa bile güzel olacaksın. Senin güzelliğin insanların kurduğu estetik tabularından bağımsız."

Bu kadın gerçekten de tehlikeliydi.

Kalbimi sımsıcak bir şekilde attırması sadece iki lafına bakıyordu. Kan yanaklarıma, oradan da kulaklarıma sıçrarken gözlerimi kapattım. Sanırım artık bayılmamın zamanı gelmişti.

"Uyandığımda orada olacak mısın?" diye sordum ve cevabını beklemeden uzun zamandır güçlükle ayakta tuttuğum bilincimin parmaklarımın arasından sıyrılmasına izin verdim.

"Her zaman." Diye cevap verdiğini hayal meyal hatırlıyorum.

Umarım gerçektir.

Şapkalı (GxG)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin