6

577 66 6
                                    

Lin yaklaşık iki saattir yatakta, kızının yanında uzanıyor ve onu izliyordu. Bir eli kızın uyurken içe doğru kıvırdığı küçük parmaklarındaydı. Onu yavaşça okşuyor arada da dalgalı sarı saçlarıyla oynuyordu. Varlığına inanmakta hala zorlandığı kızının nefes alışverişlerini dikkatle dinliyor, her şeyini ezberlemek istercesine inceliyordu. Babasının aynısı olan gözleri kapalıyken şimdi daha da benzetmişti kendine. Lin'in çocukluk fotoğraflarındaki kızın aynısıydı. Minicik, ucu kalkık bir burnu vardı. Dolgun dudakları şu anda aralıktı ve tombul yanağını yastığa yasladığı için bükülmüştü.

Genç kadın en sonunda bu huzur verici görüntüden gözlerini alıp saate bakmak için telefonunu aradı. Ama telefonunun nerede olduğunu bile bilmediğini fark etti. Saatlerdir telefonuna bir kere bile bakmamıştı. Evden çıkarken eteğinin cebinde olduğuna emindi sadece.

Bu yüzden yataktan yavaşça kalkıp katlayıp sandalyenin üzerine koyduğu eteğine yöneldi. Neyse ki fazla aramasına gerek kalmamıştı ve telefon cebinden çıkmıştı.

Saate bakmak için ekranı açtığında ise gözleri büyüdü.

Çünkü saatten önce dikkat çeken bir sürü cevapsız arama, mesaj vardı. Ve hepsinin sahibi Hyunjin gibi görünüyordu.

Dudaklarını dişledi. Hyunjin delirmiş olmalıydı. Dünden sonra zaten aklının kaldığını biliyordu ve bugün onunla hiç iletişim kurmamıştı. Doğruyu söylemek gerekirse Hyunjin, Lin'in aklına bugün bir kere bile gelmemişti.

Lin mesajlara bakacağı sırada ekranda tekrar bir arama belirdiğinde onu daha fazla meraklandırmamak için sessizce odadan çıktı. Sun'ı da Minho'yu da rahatsız etmemek için oldukça yavaş hareket etmiş, salona geldiğinde ışığı bile açmamıştı.

Derin bir nefes aldı. Aramayı sonlanmadan hemen önce cevapladı ve fısıldadı. "Hyunjin—"

"Lin!" diye bağırmıştı Hyunjin onun sözünü kesip. "Neredesin? İyi misin? Saatlerdir neden telefonlarımı açmıyorsun? Kafayı yiyecektim! Neredesin? Nasılsın? İyi misin?"

Hyunjin o kadar endişelenmişti ki sonunda araması cevaplandığında önce ne sorması gerektiğini bilememişti. Şu anda tek istediği genç kadının iyi olduğunu duymaktı.

"Şşh," dedi Lin yine sessizce. Hyunjin bağırdığı için ses telefondan dışarı çıkıyordu ve Lin telefonun sesini biraz daha kısmıştı. "İyiyim, merak etme. Endişelendirdiğim için üzgünüm."

Hyunjin derin bir oh çekti. Sonra devam etti. Bu sefer bağırmıyordu ama hala sakinleşebilmiş değildi. "Neredesin sen? Seni almaya geliyorum. Hem neden fısıldıyorsun?"

Lin şu anda açıklayamayacağını, açıklarsa Hyunjin'in daha da endişeleneceğini bildiği için "Yarın konuşalım olur mu?" dedi. "Yüz yüze."

"Hayır Lin, yarını falan bekleyemem. Ne kadar endişelendim haberin var mı? Nerede olduğunu söyle, geleceğim."

Lin, bunun onu durdurmayacağını bilse de bir umut yalan söyledi. "Evdeyim Hyunjin. Annem uyudu, şimdi çıkamam." Bu bahanenin saçmalığının o da farkındaydı. Çünkü işin içinde Hyunjin olunca annesi hiçbir şeyi sorun etmiyordu.

Hyunjin burnundan bir nefes verdi. Ardından "Bana yalan söyleme Lin." dedi. "Annen aradı beni birkaç saat önce. Ona sabah evden çıkarken benim yanıma geleceğini söylemişsin."

Lin dudaklarını dişledi, yüksek sesli bir tepki vermemek için. "Ne cevap verdin?"

"Yalanını bozmadım ama bu konuyu konuşacağız. Önce seni alacağım. Söyle şimdi, neredesin?"

Lin rahat bir nefes verdi. Sonra da karanlıkta yolunu bulmak için gözlerini kısarak koltuklara doğru ilerledi. Tam o esnada gördüğü karartıyla ise çığlığını ağzına kapattığı eliyle engelleyip geriledi.

fairytale | lee minhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin