Önceki bölümlerde Kore'de amca-dayı ayrımı var mı bilmediğim için Chan'dan da 'amca' olarak bahsetmiştim. Hala bilmiyorum ama karışıklık olmaması için 'dayı' olarak devam edeceğim. Eski bölümleri de vakit bulunca düzeltirim artık.
Yazdığım en uzun ve dolu bölüm oldu sanırım. Umarım siz de seversiniz;) Bol bol yorum da yaparsanız çok sevinirim
İyi okumalar🩷
...
Küçük kız, babasının araladığı kapıdan sıyrılarak girdi eve. Yardım etmek için tutturunca ona ayrı alınan, içinde hafif atıştırmalıklar bulunan poşeti direkt yere bıraktı. Ayakkabılarını çıkarmak için evin girişini hole bağlayan alçak basamağa oturdu.
Minho ve Lin de onun peşinden içeri girmişti ama o çok aceleciydi. Ayakkabılarının cırt cırtlarını açtı hızlıca, çıkarıp kenara fırlattı ve koştura koştura içeri geçti. Minho da arkasından seslendi "Önce banyoya Sun! Ellerini yıka." diye. Hemen televizyonun karşısına geçeceğini biliyordu çünkü, favori çizgi filmlerinden birine ucundan yetişmişlerdi.
Sabah kahvaltıdan sonra ilk iş markete gidip yüklü bir alışveriş yapmışlardı. Chan buradayken evde çok durmadıklarından hem ihtiyaç duymamışlardı hem de sayılı günleri olduğu için ertelemişlerdi.
Lin vakit kaybetmeden alabildiği kadar poşetle mutfağa geçerken Minho kapıyı kilitleyip kalan poşetlerle peşinden gitti. Ama o genç kadının aksine hepsini yere bırakarak yerleştirmeye girişmemiş, tezgaha yaslanıp kollarını göğsünde bağlamıştı. Gözleri ise iç çeke çeke aldıklarını dolaba yerleştiren, yüzü asık genç kadının üzerindeydi.
Moralinin bozuk olduğu barizdi. Marketten çıktıklarından beri tek tük ve zoraki konuşmuş, sessizliğe bürünmüştü. Kendinde yorum yapacak, üzerine konuşacak gücü bulamamıştı çünkü. Her şey ortadaydı, utanması bir yana üzgün ve en çok da sinirliydi. Bunu ona yaşatan yine annesiydi.
"Pişt," diyerek dikkatini çekmeye çalıştı Minho genç kadının. Lin ise duymasına rağmen konuyu açacağını bildiği için duymamazlıktan geldi. "Şşt baksana bana."
Ama ısrarcı olacağı belliydi. Bu yüzden "Efendim?" diyerek uzatmadı ama ona bakmadı da. Sırtı dönük bir şekilde aldıklarını yerleştirmeye devam etti.
"Bana bak diyorum, poşetler kaçmıyor." diyerek üsteledi Minho ve sonunda amacına ulaşarak genç kadının gözleriyle buluştu. Yaslandığı yerden doğrulmadı ama kollarını çözüp elini ona doğru uzattı. "Gel buraya."
Lin dudaklarını birbirine bastırdı, iç çektikten hemen sonra. Minho'ya doğru kararsız bir adım atsa da tam olarak yaklaşmadı. En sonunda uzanıp onu kendine çeken Minho oldu. Aralık bacaklarının arasına almış, ellerini beline yerleştirmişti.
Yüzünü hafifçe eğerek anlayışlı gözlerle baktı genç kadına. "Beklemediğimiz bir şey değildi, moralini bu kadar bozma."
Kaşlarını çattı Lin. "Nasıl beklemediğimiz bir şey değildi? Ben hiç beklemiyordum." Yüzü daha da düştü. "Kaldım öyle... aptal gibi."
Sabah uyandığında ve markete gittiklerinde morali iyiydi aslında Lin'in. Sun'la birlikte reyonları gezerken, onun küçük parmağıyla gösterdiği her şeyi düşünmeden sepete atarken fazlasıyla enerjikti. İkili canlarının çektiği her şeyi fuzuli olmasını umursamadan alırken evin eksiklerini kovalayan Minho olmuştu. Lin bu konuda çok rahat davranmıştı çünkü cüzdanı yanında değilken onun için her şeyi ödeyen Minho'ya bu sefer asla izin vermeyecekti. Amacına ulaşmıştı da... Sıra beklerken yaptıkları 'ben ödeyeceğim' tartışmasından galip çıkmıştı. Ama yine de ödeyememişti. Çünkü sahip olduğu iki kredi kartı da hata vermişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fairytale | lee minho
FanfictionLee Minho, kızıyla birlikte gittiği bir mağazada üç yıl önce kaybettiği sevgilisiyle karşılaşır.