Alışveriş yapmak, Lin'in en sevdiği aktiviteydi. Bir diğer sevdiği şey ise alışveriş sonrası yorgunluktan koltukta uzanıyorken ortada duran poşetlere bakmaktı.
Şimdi de Minho'nun evinde uzanmış dinlenirken etrafa bakınıyordu. Jeongin de karşı koltuktaydı. Sun ise annesinin yanına sıkışmış, yorulmadığı halde uzanıyordu.
Minho, alışveriş işinden pek haz etmediği için hafta sonu yapmaya karar vermişlerdi. Zaten çalıştığı için bütün gün yoktu, Jeongin, Seungmin ve Lin de Sun'ı alıp hem onu oyalamışlar hem de alışveriş yapmışlardı.
Yemeği de dışarıda yemişlerdi. Uzun zamandır yemediği hamburgeri yine Jeongin'le birlikte yemişti Lin.
Sessiz ortamda anahtar sesi yankılandığında Sun yattığı yerden doğruldu hızlıca. Koltuktan inip kapıya ilerlerken kimin geldiğini çok iyi biliyordu. Bütün gün görmediği babasına doğru koştuğunda genç adamın yorgunluğuna rağmen kızını kucaklaması uzun sürmemişti. Yanaklarından öpüp ayağıyla kapıyı kapattı ve onunla birlikte salona doğru ilerledi.
"Birilerinin yüzü gülüyor. Eğlendin bugün galiba, hım?"
"Evet!" dedi Sun heyecanla. "Bir sürü şey aldık baba! Biiiir sürü!"
Tam bunun üzerine Minho salondaki poşetleri gördüğünde yüzündeki gülümseme soldu. Korktuğu başına gelmişti. Hangisi daha kötüydü? Buradaki her şeyin sabah Jeongin'e verdiği ve Sun için onu kullanmasını tembihlediği karttan alınması mı yoksa her şeyi Lin'in alması mı?
Kendi kartından alındıysa aylarca ödeyemeceği bir borcu vardı artık. Lin aldıysa da kendini küçük düşmüş hissedecekti. Çünkü Sun'a doğduğundan beri aldığı şeylerin toplamı bu kadar etmezdi ve Lin'in tek seferde bu kadar çok şeyi almasını da hoş bulmamıştı.
"Umarım bunların yarısından fazlası senindir Jeongin." dedi Minho. Sun'ı yere bıraktı ve bakışlarını Jeongin'e çevirdi. Jeongin ise ne olduğunun farkında bir şekilde dudaklarını dişledi.
"Yok, benimkileri Seungmin eve götürdü ya. Onun işi vardı, yemeğe kalmadı erken ayrıldı bizden."
Derin bir nefes aldı Minho. Başka bir şey söylemesine fırsat vermeden poşetleri karıştıran Sun, bulduğu bir eteği çıkarıp üzerine tutmuştu bile. "Baba bak eteğime!" dedi mutlulukla. "Ve elbiseme, ayakkabıma, mayoma..." Bunun sonu gelmiyordu. Her poşetten yeni bir parça çıkarıyordu Sun.
"Çok güzelmiş aşkım ama bunlar biraz fazla değil mi?" diye sordu Minho, küçük kızın hevesini kırmamaya çalışarak. "Bu kadarına ihtiyacın yoktu."
"Ama hepsi çok güzeldi! Annem de hepsini aldı bana."
Lin de doğrulmuş onları izliyordu bir süredir. Kızının heyecanını izlerken yüzünde oluşan tebessüm ise Minho'ya baktıkça silinmişti. Şimdi birazcık suçlu hissediyordu kendini. Minho'nun memnuniyetsizliğinden dolayı yanlış bir şey yaptığını anlamıştı.
"Teşekkür ettin değil mi annene?" Minho, Sun'ın etrafa saçtığı kıyafetleri poşete geri koymaya başlamıştı. Sun bu detayı unuttuğunu fark ederek annesinin yanına koştu ve genç kadının yanağına bir öpücük kondurdu. "Teşekkür ederim anne."
"Ne demek bebeğim, güle güle giy." dedi genç kadın. Sonra Minho'ya kaçamak bir bakış attı. Bu sıkıntılı halinin bütün gün çalışıp yorulduğu için olmasını umuyordu.
"O zaman şimdi bunları odana götür, dolabına koy." Minho'nun amacı Sun'ı içeri göndermekti. "Yarın da yanında götürmek istediklerini valize koyarız, tamam mı? Şimdi geç oldu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fairytale | lee minho
FanfictionLee Minho, kızıyla birlikte gittiği bir mağazada üç yıl önce kaybettiği sevgilisiyle karşılaşır.