Bir yerde okumuştum... Şöyle diyordu : "Bir konuda umutsuz kalmak o konuda umut kırıntıları barındırmaktan iyidir." Başta, bana saçma gelmişti. Bir şeyler için umut etmek kadar doğal ne olabilirdi? Her insan bunu yapmaz mıydı? Ama kazın ayağı öyle değildi işte!
Ben her şeyimi kaybetmiş biri olarak çok sonraları bu cümleyi hayat felsefem haline getirdim. Biri 'Aşk?' diye sorsa, 'O da ne?' diyebilmeliydim bana göre.
Aşk zayıflıktı. Fedakârlık isterdi. Üzerdi. Yıpratırdı. Kendinden geçirirdi... Ama çokta mutlu ederdi... İşte ben bu son kısmı görmezden gelmek istiyordum.
Bir kere âşık olmuştum. Aslında öyle sanmıştım belki ama o an için aşka en yakın şeyi yaşamış ve en adi biçimde terk edilmiştim. Yıllar sonra karşıma çıkıp 'Aslında durum çok başkaydı?' tarzı açıklamalarda bulunmaya çalışan Aybars benim için koca bir hiçti şimdi.
Annem – babam artık yoktu. Tek yaşayan akrabamsa benimle ilgilenmiyordu bile. Tamam, evi ben terk etmiştim ama evden ayrıldığımda beş parasız olduğum düşünülürse umurunda olmamıştım. Nereye gidersem gideyim onu ilgilendirmiyordu. Ölsem kılı kıpırdamazdı.
Nefretinin kaynağını eskiden çok merak etsem de artık umursamıyordum. Bu bana yönelik değildi biliyordum ama beni yakınında istemediğinin de farkındaydım. Zaten artık çokta önemli değildi. Kunter boşlukları doldurmaya başlamıştı sanki. Kunter demişken yemek sahnesinde olanları adlandırmak istesem bir kategoriyle sınırlandıramazdım sanırım.
"Hayta ! Elini çabuk tut kaçırma Sare'yi... Böyle gelin zor bulunur."
Ben kendi içimde düşüncelere kaybolmuş masada öylece otururken, elimdeki su bardağını dalgınca ağzıma yaklaştırıp bir yudum aldım ve duyduğum cümle hem beni o ana getirdi hem de ağzımdaki su mideme yollanamadan gerisin geri dışarıya çıktı. Dışarıya çıktı diyorum ne kadar da kibarım değil mi? Püskürttüm aslında. Bu doğaldı çünkü az daha boğuluyordum.
Kunter'e bakmaya akıl edebildiğimde onun yüzündeki ifadeden bir şey seçilmiyordu. Ne düşündüğünü deli gibi merak ettim. Daha sevgili olalı çok kısa bir süre geçmişti ama yine de ne düşüneceğini merak etmemek elimde değildi. Geçen sürenin ardından – ki bu birkaç dakika da olabilirdi bir asırda – Kunter, "Babacığım Sare'yi bu kadar çok benimsemiş olman onur verici. Evlenmek istediğimizde bu olumlu yönde etki sağlayacak. Yine de daha çok genciz. Evlenmek için acelemiz yok. Hem daha ne kadar oldu ki?"
Beni en çok ne şaşırttı bilmiyorum. Odada oturmuş kara kara yemekte olan bu konuşmayı düşünüyordum. Kunter'in aklından ne geçtiğini anlamamıştım. Evlenmek istiyor muydu? İstemiyor muydu? İçimden bir ses istemediğini söylüyordu. Peki, ben ciddi olmayacak bir ilişkiye başlayabilir miydim? Böyle bir lüksüm var mıydı? Bu can sıkıcı konuları düşünmek istemiyordum. Elime yanıma almış olduğum kitabı alıp okumaya çalıştım. Şansıma imkânsız bir aşkı anlatıyordu. Kitabı alırken çokta dikkat etmemiştim konusuna. Sırf almış olmak için aldığım kitaplardan biriydi. Burada farklı olarak kız hasta olduğu içindi ayrı kalma nedenleri. Kız sırf bunun için sevdiği adamı kendinden uzak tutuyordu. Bir an kendimi onun yerinde düşündüm. Ben o kızın yerinde olsaydım Kunter'e gerçeği söyler miydim diye? Sevgi zor bulunan bir şeydi. Belki de insanın başına bir kez gelirdi böyle duygular.
Kunter'i seviyor muydum?
Ondan çok hoşlandığım bir gerçekti. Çünkü bu kadar hoşlanmasam bunca zaman hayatıma bir sevgili sokmamışken bu kadar çabuk yelkenleri indirmezdim. Aybars'a bile elimi aylar sonra tutturmuştum. Yanlış anlamayın, çok tutucu falan değilim. Sadece hislerle alakalı... Bana bir şey doğru gelmiyorsa gelmiyordur. Aksi olmaz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
S A R E
RomanceTek bir hedefim var: Zengin koca! Her hedefin bir başlangıç noktası, bir sebebi, oluşum nedeni vardır. Hayatın getirdikleri, bizleri bazı kararlar almaya iter ve bazen bu durum tüm hayatımızı değiştirecek olsa da bu riske girmeye karar veririz. Ki...