Şarkı: L.A. - Stop the Clocks
Asıl hikâyeden yıllar önceydi, kimse onu göremese de Zambak, büyük bir tiyatro salonunun karanlık köşesinde duruyordu. Annesinin, çok benzediği kadının hemen yanındaydı. Üzerindeki elbise kıza bir balodan çıkmış havası veriyordu oysa bu elbise Zambak'a ömrü boyunca sıradan gelecekti ve her daim aynı elbiseyi taşıyacaktı. İnce askılar, kızın omzundan elbisenin kalp şeklindeki yakasına iniyordu, göğsünü ve belini saran yeşil elbise kızın ayaklarına dek bollaşarak dökülüyordu. Bu elbiseyi seviyordu, ne de olsa tıpkı eli kolu gibi bu elbise de kızın bir parçasıydı.
Sahnede duygusal bir oyun sergileniyordu. Zambak, annesinin ona öğrettiklerini anlayabilmek için bir kadına bir sahneye bakıyor, olanları anlamaya çalışıyordu. Anlamak, demişti annesi. Her şey anlamaktan geçiyor.
O gün Zambak, annesinin sahnedeki kısa boylu, çelimsiz adama nasıl baktığını fark etmedi. Henüz çok küçük bir periydi, insanları da perileri de yeni yeni tanıyordu. O gün o bakışın hayatını nasıl değiştireceğini bilseydi daha çok dikkat ederdi. Annesinin ela gözlerinin adama kilitlendiğini, adamın da sahnedeki oyuna rağmen başka hiç kimsenin görmediği o kadına kısa bir bakış attığını belki fark ederdi.
*
Bazı günler sıradandı. Bazı günler yalnızca okula gider, gelir; yemek yer ve uyurdu. Tembellik etmeyi de ihmal etmezdi, annesinin yanağına kondurduğu öpücükleri asla ihmal etmediği gibi.
Bazı günlerse canı aniden her zaman yandığından biraz daha fazla yanardı, yalnızca biraz. O birazın sebep olduğu fark, gününü zehir ederdi. Okula gittiğinde aklı acıyan kalbinde olurdu, okuldan döndüğünde göğüs kafesinde büyüyen özlemde, yemek yerken karşısında hayal ettiği adamda ve uyurken... O geceler uyuyamazdı. Ama uyuyabilseydi, rüya görebileceğinden emindi.
O gün, ikisinin arasında kalmış bir gündü. Hava da öyleydi, ne sıcaktı ne soğuk. Gökyüzü bulut doluydu ama yağacak gibi durmuyordu. Güneş, ihtişamını bir süre gizleme kararı almış gibiydi; insanların onu özlemesini istiyordu belki de. Havanın bu iki arada bir derede kalmış hâli Derin'e hiç yardımcı olmuyordu.
Zihnini, havadan ve kendisinden uzaklaştırıp annesini düşündü. Zaten günlerdir aklını meşgul eden tek konu buydu. Annesinin doğum günü yaklaşıyordu ve hâlâ ne yapacağını bulamamıştı.
Babası hayatta olsaydı; belki şimdiye kadar çoktan bir fikir üretmiş, onu uygulamaya geçiriyor olurdu. Babası yaşasaydı, belki Derin; bunu düşünmezdi bile, bunu babasına bırakır, ona güvenirdi. Şimdiyse kendisi bulmak zorundaydı. Neyse ki babasının olduğu zamanları pek hatırlayamıyordu, belki de hatırlasaydı hissettiği eksiklik daha büyük olurdu. Ama hatıraları boyunca, küçük evlerinde, yalnızca annesi ve kendisi vardı.
İçinde duyduğu özlem, o gün okuldan çıktıktan sonra sağanak yağmurda mezarlığa gitmesine, babasının mezarının başında yalnızca beş dakika kadar oturup şu doğum günü mevzusunu biraz da orada düşünmesine neden olacaktı. Bazen özlem, insanın hissedemediği eksiklikleri içten içe arasın dursun diye vardı.
*
Çaldığı ıslık okulun koridorunu doldurmaya yetmese de nereden duyduğunu hatırlayamadığı bu melodi hoşuna gidiyordu. Yürürken elleri cebindeydi, ilk dersin ne olduğunu hatırlamaya çalışıyordu. Sabah mahmurluğu üzerindeydi, kahvaltı edecek vakti olmamıştı ve içinde garip bir boşluk hissediyordu. Belki kahvaltı edemediği içindi, belki de hayatında daha büyük bir şey eksikti.
Duyuru panosunun önünden geçerken gördüğü afişle aniden durdu. Uykusu birden açıldı, gözlerini kısarak yazanları okurken aklına dolan fikirle kaşlarını çattı.
O kızı ilk gördüğü anı çok iyi hatırlıyordu. O günün hiçbir özelliği yoktu, ayın kaçıydı ya da günlerden neydi hatırlamıyordu. Ama o anı çok iyi hatırlıyordu; kız, bir ağaca yaslanmış dünyanın tüm kahkaha ihtiyacını karşılamaya yemin etmiş gibi neşeyle gülüyordu.
Çok güzeldi. Yuvarlak yüzünün ortasındaki burnu küçüktü; biçimli ince kaşlarının altındaki büyük gözleri neşeyle parlıyordu. Kahkahası sonsuza dek yankılanacak gibi hissetmişti Özgür.
O günden beri onu fark etmemek imkânsızdı.
Peki, Özgür nasıl fark edilecekti?
Düşünceli gözlerle afişi incelemeye devam etti. Belki de ihtiyacı olan böyle bir şeydi. Sahneye çıkarsa onun dikkatini çekebilir miydi?
Belki de çekmezdi. Belki de şarkıyı kimin söylediğini bile fark etmezdi kız. Hem bir şeyi yapabiliyor olması, yapacağı ve ortalığa sereceği manasına gelmezdi, hem de hiçbir zaman.
Afişi unutmaya çalışarak sınıfa yöneldi ama odasının köşesinde duran gitarının görüntüsünü kafasından bir türlü atamadı.
*
Selam! Nasılsınız?
Böyle Güzelsin'i ancak old but gold'lar bilir... :) Yeniler de bilsin diye getirdim.
Tamamlanmış bir hikaye olduğu için bölümler fazla bekletmeyecek sizi. Yorumlar oylar geldikçe hızlı hızlı ekleyeceğim.
Gelenektir, okuduğunuz tarih?
Öpüldünüz!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Böyle Güzelsin
FantasyRüzgarı hissetmek istedim. Ve yağmuru. Daha önce yağmuru hiç hissetmemiştim.* *** Bir ilham perisinin öyküsü.