Önce öncü deprem geldi, ardından gerçek deprem.
Annesinin doğum gününe iki gün kala Derin yatağında oturmuş, bunu Zambak'a nasıl söyleyeceğini düşünüyordu. Artık annesi için bir hediye almak zorundaydı. Zambak'a elbette güveniyordu ama deneyebilecekleri her şeyi zaten denemişlerdi. En iyisi başka bir hediye almaktı.
Üstelik böyle düşünmesine rağmen, kendisine engel olamayarak şiir yazmaktan -şimdilik- vazgeçmiş olmasına rağmen Zambak aniden ortalıktan kaybolmamıştı, demek ki yanlış bildiği bir şeyler vardı. Demek ki Derin'in şiir yazmaktan vazgeçmesi o kadar da kötü bir şey değildi. Bunu düşünmeye korksa da şiiri yazmaktan zaten vazgeçmişti.
Öyleyse Zambak yalan mı söylemişti? Belki de yalnızca Derin'e cesaret vermek için yapmıştı.
"Ne düşünüyorsun öyle?"
Zambak'ın yorgun sesiyle kendine geldi. Zambak Operasyonu'ndan sonra ikisi de biraz kendi iç dünyasına çekilmiş gibiydi. Belki de yalnızca yorulmuşlardı.
"Bir şey söyleyeceğim," diye yanıtladı, ardından derin bir nefes aldı kız. "Ama kızmayacağına söz ver."
Zambak kaşlarını çatarken her zaman oturduğu pencere önünden kalkıp Derin'in yatağına geçti, ciddi konuşmaları yaparken kızın gözlerine yakından bakmayı seviyordu. "Söz?"
"Ben galiba..."
Zambak, ne geleceğini aniden anlayıp elini havaya kaldırdı. Sanki Derin'in dudaklarından o kelimeler dökülünce toz taneciklerine dönüşmekten korkuyordu. "Derin, sakın! Kendine inanır mısın?"
Konuşmayı devam ettirmemek için yataktan kalkıp pencerenin önüne geçince, somurtarak "İyi," dedi Derin.
Zambak tüm gün onunla göz göze gelmeye çalışsa da, Derin bir kez olsun çözdüğü testten başını kaldırmadı.
*
Peki ya sahiden yazamazsa? O zaman ne olacaktı?
Derin'in açtığı müziğin bu kez ilham veya şiir için, eğlenmek için bile olmadığının farkındaydı. Yalnızca ses olması içindi, konuşmamak için. Onu bir peri olduğuna ikna etmeye çalışırken bile bu kadar gergin anlar yaşamamışlardı. O zaman yalnızca Derin'in bilmediği ve korktuğu şeyler vardı, o kadardı. Şimdiyse ikisinin de bildiği şeyler vardı; ikisinin de dillendirmediği, ikisinin de korktuğu.
Sonunda dayanamayıp yumduğu gözlerini açtı ve doğruldu. Giderse bu pencere önünü çok özlerdi. Giderse Derin'in ona getirdiği sütleri çok özlerdi ve pencerenin önünde kurabiye yemeyi. Ayrıca yatağa ters oturmayı özlerdi. Yatağa düz oturan her zaman Derin olurdu, sırtını duvara yaslardı, Zambak da onun tam karşısına oturup ayaklarını Derin'e doğru uzatırdı.
Giderse bunları özleyebileceği bir durumda olabilir miydi, bilmiyordu gerçi.
"Müziğin sesini kısıp konuşabilir miyiz?" derken ellerini yere bastırıyor, her an kopabilecek bir kıyametten korkuyordu. Neden korktuğunu da bilmiyordu; gitse bile... Gitse bile onlar iki arkadaştı, değil mi? Belki uzun zaman olmamıştı Derin'i tanıyalı ama onu, yanında iki yılını geçirdiği süslü; kedileri çok seven Alman teyzeden çok daha fazla tanıdığını düşünüyordu. Onu, şu ana dek tanışıp karşılık alamadan arkadaş olduğu herkesten çok daha fazla tanıdığını biliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Böyle Güzelsin
FantasyRüzgarı hissetmek istedim. Ve yağmuru. Daha önce yağmuru hiç hissetmemiştim.* *** Bir ilham perisinin öyküsü.