Sonu böyle miydi?
Geçmişi miydi geleceği miydi?
Zambak'ın hayalini rüyalarında oldu olası görürdü. Başlarda, küçük bir kızken onu üçüncü bir kişi zannederdi, Zambak onun hayali bir arkadaşı gibiydi. Altı yaşında küçük bir kızken ise annesine, "Rüyalarındaki arkadaşının adı ne?" diye sormuştu. Annesi onu anlayamadan, ona ne demek istediğini sorduğunda ancak fark edebilmişti; o, herkesin rüyasında bir arkadaşı olmadığını. Bunun ona has olduğunu.
O zaman bunu bir sır olarak saklamaya karar verdi. Bir sırra sahip olmak güzeldi, onu insanlardan ayıran bir şeydi. Üstelik kimsenin Zambak'ı kötülemesini istemezdi. Zambak onun arkadaşıydı, her gece onu görüyor, onun yaşamına dâhil oluyordu.
Rüyalar sıralı değildi.
Parça pinçik rüyaların birbiri ardına eklenebileceğini fark ettiğinde on iki yaşındaydı.
Rüyalar çoğunlukla tekrar ederdi. Bir yıl önce gördüğü bir rüyayı bu gece yeniden görürdü, bu gece gördüğü rüyayı yıllar sonra yeniden görebileceğini bilirdi.
Rüyalarının bir hikâyesi olduğunu fark ettiğinde yazmaya başladı. Her gece gördüklerini yazdı, boş vakitlerindeyse bir paragraf sorusunun cümlelerini düzeltip sıraya dizer gibi karışık anları bir araya getirmeye çalıştı.
O anların gerçek birer anı olabileceğini fark ettiğinde on dört yaşındaydı. Rüyalarında gördüğü biri hayatına dâhil olmuştu. Ama bunun üzerinde çok durmadı. Bu pekâlâ hayal gücünün veya bilinçaltının yanıltmacası olabilirdi.
O anların; hayır, anıların, kendisine ait olabileceğini fark ettiğinde on beş yaşındaydı. Bunun sebebi somut herhangi bir şey değildi. Ama artık sabahları uyandığında bir başkasını izliyormuş gibi hissetmiyordu; rüyalarında gördüklerinden ötürü Zambak kadar öfkeli, Zambak kadar üzgün, Zambak kadar mutlu hissediyordu. Üstelik rüyaları hep Zambak'ın gözünden izliyordu, tepeden değil.
Artık içten içe Zambak'ı düşünürken o, demiyordu. Ben, diyordu. Ben rüyamda Derin'in yatağına oturdum, o da karşımdaydı. Gülüyorduk.
Aylarca ama aylarca hayalleriyle boğuştu durdu. Gerçek gibiydiler ama değildiler de. Gerçekçi görünüyorlardı ama gerçek değillerdi. Gerçek olan yaşadığı bu hayattı işte: ona gülümseyen annesi, gittiği okul, arkadaşları, onu görebilen insanlar...
Böyle bir hikâyeyi uyduramazdı.
Belki de çocukken biri ona bir masal okumuştu. Bu da aklına yerleşmiş, böyle rüyalar görüp devamını getirmesine neden olmuştu. Bunlar gerçek olamazdı, Zambak gerçek olamazdı; o, Zambak olamazdı.
Yanıldığını bir eylül ayında anladı. Kapıya öylece bakakaldı.
Gördüğü şey, geleceği görme yetisi yoksa şayet, Zambak'ın var olduğunun kanıtıydı.
Bunu defterine yazmıştı. Yazmıştı. Yine de kimseye söylemedi.
Rüyalarının devamını bekledi, neler olacağını görmek istedi. Gördüklerini yazdı, yazdıklarını okudu.
Rüyalarına yeni insanlar dâhil olduğunda bile sessizce bekledi. Annesi dahil olduğunda da, babasını gördüğünde de, hepsinden önce Özgür'ü gördüğünde de...
Sonunu artık anladığı hikâyenin nasıl ilerlediğini görmek için sabırla bekledi, durdu. Her gecesini iple çekti, hiçbir şeyi atlamadan birer birer yazdı.
Ocak'ın on yedisinde, son rüyasından ağlayarak uyandı. Evdeki kimse duymasın diye sessizce, hıçkırarak ve gözyaşlarını zapt edemeyerek gördüklerini yazdı. Önce dokunma, sonra görme. En son işitme.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Böyle Güzelsin
FantasyRüzgarı hissetmek istedim. Ve yağmuru. Daha önce yağmuru hiç hissetmemiştim.* *** Bir ilham perisinin öyküsü.