Hatırlıyordu. Her sabah düşündüğü ilk şey bu oluyordu, unutmaktan ödü kopuyordu. Bilmedikleri bir şeyler olabileceğinden korkuyordu. Özgür, Zambak insan olduğu için onun zihninden silinip giderse diye korkuyordu; avuçlarından silinip gittiği gibi. Onu unutmak istemiyordu, her şey olurdu ama onu unutamazdı.
Uyandığında unutmaması gereken her veriyi bir bir aklından geçiriyordu. Zambak. Yeşil. Turuncu. Peri. Güzel. İlham. Bir şeyleri unutursa nasıl haberi olacaktı? İnsan unuttuğunu nasıl hatırlardı? Eksik hissediyor muydu? Bir gariplik, bir terslik var mıydı?
Hiçbiri yoktu. Hiçbir zaman olmazdı.
Zambak hep buradaydı; odanın her bir noktasında, öyle ki Özgür bazı zamanlar yatağın altına saklanmış küçük bir çocuk gibi aniden ortaya çıkmasından korkuyordu. "Ce-e!" demesini, "Korktun mu?" diyerek gülmesini bekliyordu eski zamanlardaki gibi. Gülerken başı biraz arkaya giderdi, gürültülü bir kahkahası vardı. Öyle bir gülerdi ki sesi ne kadar insan tarafından duyulursa o kadar çok insan onunla gülmeye başlayacakmış gibi çıkardı. Elbette hiç kimse onun o gürültülü kahkahasını duyamazdı.
"Gittim sandın değil mi? Çok korktun değil mi?"
Üzerini değiştirirken kızın hatırasının etrafında dolanmasına izin verdi. Ona asla karşı çıkmazdı. Bir gün geri geleceğini biliyordu. Bir gün karşılaşacaklardı, elbette, öyle olmak zorundaydı. Nasıl ki Zambak'ın annesiyle babası yeniden karşılaşmışlardı, onlar da karşılaşacaklardı. Sonu yeniden kötü bitecekse bile umurunda değildi.
İşin en can sıkıcı yanı bir fotoğraflarının olmayışıydı. Fotoğrafa bakıp yüz hatlarını yeniden ve yeniden ezberleyemiyordu. Birisi Zambak gerçek değildi dese, Özgür'ün bir ilaç içtiğini ve bu yüzden halüsinasyonlar gördüğünü ileri sürse Özgür nasıl karşı çıkacağını bilmiyordu.
Bir teoriye göre günler geçtikçe kolaylaşacaktı. Günler geçtikçe onu etrafında aramaktan vazgeçecekti. Belki her sabah hatırladıklarını kontrol etmeyi unutacaktı. Belki de Zambak serçe parmağa unutulmamak için bağlanmış bir kurdele parçası gibi olacaktı; varlığı belli olan fakat ardı arkası, sebebi sonucu bir türlü anlaşılamayan. Bir şey var diyecekti Özgür bir gün. Bir şey var ama ne, bir şey unuttum ama ne.
Bunun olmasından ölesiye korkuyordu. Bir gün olacaksa buna engel olamayacağını da biliyordu. Bu yüzden hatırlayabildiği her güne şükrediyordu. Tek yapabildiği buydu.
Alışılagelmiş hareketlerle okula gitmek için odasının kapısını açtı ama aniden durdu.
Zihnine dolan fikirle durdu.
Zihnine düşen resimle durdu.Zambak'ın resmini çizemediği için ne çok üzülmüşlerdi. Onu bir kerecik sahiden görebilse unutmamak için de olsa çizerdi.
Onu çizebileceği nasıl da gelmemişti aklına?
Belki bir gün dönerdi ve görürdü. Gözlerinin içi gülerdi ve mutluluk her yanını sarıp sarmalardı.
Annesinin odasına girip tuvali boş görünce gülümseyerek odasına taşıdı. Nahif bir gülüştü bu, mutlu bir gülüşten ziyade olacaklardan ötürü keyif duyan bir gülüş.
Ara bile vermedi, saatler boyunca çizdi. Zaten usta biri değildi, amatör bile sayılmazdı. Yetenekli olsa da eline kalem aldığı anların sayısı bir elin parmağını geçmezdi, bu yüzden epey yavaştı, epey beceriksiz. Belki çizimi berbat değildi ama üzerine gidilmeyen her yetenek gibi körelmeye yüz tutmuştu.
Belki de Zambak bu odadaydı. Yüzüğü parmağında değildi de avucunun içindeydi, bir sebepten ötürü takamıyordu. Herhangi bir sebepten. Belki.
Belki o da aynı şeyleri hissediyordu. Özlem. Saf, katıksız özlem... İnsanın yüreğinin altında yanan ateşin, ateş olmaya ihanet ederek bir rüzgâr misali boğazına dek ulaşması, kelimeleri bir bir boğazına dizerek tıkadığı o boğazdan geçmeye çalışırken boğazındaki tüm kasları zorlaması, ciğerlerini ele geçiren kasırganın göğüs boşluğundaki nizamda bir yanlışlığa neden olması ve alınamayan nefesler, bu esnada yanmaktan acıyan yüreği.
O gittikten sonra hiç ağlamamıştı ama bazen gözyaşlarını içine akıttığını düşünüyordu. Öyle alelade bir manada değil, sahiden içine aktığını, göğüs boşluğunun tuzlu suyla dolduğunu, kalbinin içine ve ciğerlerine kadar girdiğini, bu yüzden nefes alamadığını, göğüs kafesindeki su yüzünden havaya yer kalmadığını. Kalbinin bu yüzden güçsüz attığını düşünüyordu, ihtiyacı olan kanın yerini tuzlu sular kaplamıştı.
Belki aynı şeyleri hissediyorlardı, belki Zambak yine onun perisiydi ama karşısına çıkamıyordu, özlemle ona bakıyordu. Bu fikir Özgür'e güç veriyordu.
Doğru olduğuna dair en ufak bir işaret yoktu ama yine de güç veriyordu.
Resim bittiğinde bir adım geri çekilip ifadesiz bir yüzle eserine baktı. Sıradan bir resimdi, sıradan biri için oldukça manasız olsa gerekti. Arka planının sol yanında uçsuz bucaksız bir çöl uzanıyordu ve gökyüzünde güneş sapsarı parlıyor, berrak göğü aydınlatıyordu. Kum tepecikleri açıkça seçiliyordu ve resme bakmak bile insana çöl sıcağını hissettirebiliyordu. Fakat bu arka plan tuvalin ortasında yumuşak bir geçişle geceye dönüyordu; günün berrak göğünün ardında saklanmış sayısız yıldız, gecenin insafıyla gözler önüne serilmiş, birbirlerinden habersizce parlıyordu. Kum tepeleri karanlıkta birer silüete dönmüştü. Resmin bu yanında tek bir ağaç vardı; uzaklardaydı ama şiddetli rüzgârdan ötürü gövdesi sola doğru sarsılıyordu.
Soğuk muydu, sıcak mıydı?
Geceyle gündüzün tam ortasında, çöle ait olduğunu kimsenin sorgulayamayacağı bir çiçek duruyordu: Sol tarafta gün ışığıyla açık yeşile, sağdaysa oldukça koyu yeşile boyanan yaprakları ve dik boynuyla bir çöl zambağı. Bir yanı gecede, diğer yanı gündüzde kalmıştı.
O küçücük zambak, güneşin sıcağına nasıl katlanırdı?
O küçücük zambak, koskoca ağacı sarsan rüzgâr karşısında ne yapardı?
Zambak güneşin ve diğer tüm yıldızların yalnız olduklarını zannederek, fakat hep birlikte parlayarak gökyüzünde asılı kaldıklarını görseydi Özgür'ün söylemek istediklerini dillendirmek yerine onları çizdiğini anlar mıydı?
Özgür bu ümitle nasıl yaşardı?
*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Böyle Güzelsin
FantasyRüzgarı hissetmek istedim. Ve yağmuru. Daha önce yağmuru hiç hissetmemiştim.* *** Bir ilham perisinin öyküsü.