Elbette bir peri olup Özgür'e âşık olmakla, bir insan olup Özgür'den hoşlanmak arasında bazı farklar vardı.
Her şeyden önce onun odasında yaşamıyordunuz.
Her gün vakit de geçiremiyordunuz.
Ayrıca ona ilham vermek için bulmanız gereken bir şarkı yoktu. Şarkıları farklı şeyler hissederek doyasıya dinleyebiliyordunuz.
Bu Defne'ye sorarsanız mucizevî, Özgür'e sorarsanız deliceydi ama bir şeylerin hâlâ garip hissettirdiği birkaç günün ardından her şey yavaş yavaş normale döndü. Önce Defne'nin öğle aralarında içmekten asla vazgeçmediği iki bardak çayı birlikte içmeye başladılar, sonra her gün durağa birlikte yürümeye. Okuldan bağımsız başka şeyler de yapmaya başladılar, bir tiyatroya gittiler mesela. Yazın yapılacak konserler için para biriktirmeye başladılar.
Bunu çok özlediğini bilir gibi her yalnız kaldıklarında, Özgür fırsatını her bulduğunda ona Zambak, diyordu; bu bir sevdayı ifade ediş biçimiymiş gibi. Büyülü bir sözcükmüş gibi fısıldıyordu kızın adını: Zambak.
Sonra el ele tutuşmaya başladılar ve daha çok sarılmaya.
En çok da birbirlerini daha çok sevmeye...
*
Yarışmanın finali, ılık bir mart günüydü. Havalar bir soğuyor bir ısınıyordu ama o gün güneş tepede tüm gücüyle parlıyordu. Tam bir bahar havası değildi belki ama soğuktan bunalanlar için ideal bir sıcaklıktı.
Özgür, ocak ayındaki yarışmanın acısını çıkarmak ister gibi yarışmanın yapılacağı okula giden yolculukta kızın elini hiç bırakmadan tuttu. Yarışmayı kazanamayacağını biliyordu; yarışmanın ilk kısmında görmüştü, çok yetenekli gruplar vardı. Ama önemli olan yarışma değildi zaten. En başından beri tek isteği, Defne'ye bir şarkı söylemekti.
Vakit yaklaştığında ve Özgür'ün bekleyeceği yere gitmesi gerektiğinde Zambak onun elini sıkıp gülümsedi güç vermek istercesine. "İlham perim ister de yapmaz mıyım, demiştin. Sanırım artık şu sahnede gözlerime bakarak bir şarkı söylemenin vakti geldi."
Özgür, onun gülüşüne karşılık verdi. "Yeter ki görebileceğim bir yere otur."
Böylece Özgür sırasını beklemek için sahne arkasına geçerken Zambak, kendine sahneyi en iyi görebileceği bir yere oturdu. Yeşili ne üzerinden ne hislerinden asla eksik etmezdi zaten; ama o gün, baştan ayağa yeşil giyinmişti. Koyu yeşil bir pantolon, açık yeşil bir gömlekle oluşturduğu kombinini yeşil tokalarla süslemişti. Koltuklar karanlığa bürüneceği için belki de bir yardımı olmazdı ama Özgür'ün onu seçmesinin daha kolay olacağını düşünmüştü.
İlk seferin aksine bu kez Özgür sonlarda değildi. Ondan önce yalnızca üç performans izlemesi gerekti.
Özgür çıktığında elini hafifçe kaldırıp dikkatini oturduğu yere çekti. Özgür ona gülümsedi ve sonrasında gözlerini ondan, gitarına bakmak dışında bir an bile ayırmadan şarkısını söyledi.
"When the rain is blowing in your face
And the whole world is on your case
I could offer you a warm embrace
To make you feel my love..."
Sesi, dinlediği o ilk günki gibi samimi, pürüzsüz ve yumuşacıktı. Her kelimeyi kastettiği öyle belliydi ki...
Anlaşılan ilham vermek için bir peri olmak gerekmiyordu.
Belki de özel ve kıymetli birinin, bir diğerinin yüreğinden geçenleri hissederek kendi yüreğine misafir etmesi, kendi kalbiyle birlikte onunkini de hissedebilmesi için sıradan bir fani olmak da yeterliydi.
*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Böyle Güzelsin
FantasyRüzgarı hissetmek istedim. Ve yağmuru. Daha önce yağmuru hiç hissetmemiştim.* *** Bir ilham perisinin öyküsü.