Yağmurlar çoğaldığında kasım sonu yaklaşıyordu. Havada kış soğuğu yoktu ama yağmurlar bir türlü dinmiyordu. Özgür evde yokken, ne zaman camdan dışarı bakıp birbirini kovalayan damlaları izlese aklına Özgür'ün onu ağlarken gördüğü, evine getirip sakinleştirmeye çalıştığı gün geliyordu. Derin geliyordu, Derin'in evindeyken pek yağmur yağmamıştı. Bazı şeylerin yokluğu bile anıları ve insanları canlandırabiliyordu.
O gün Özgür'ün yanından koşarak uzaklaştıktan sonra Derin'in yanına döndüğünde, sahiden evde gibi hissettiğine yemin edebilirdi. Derin'in o endişeli yüz ifadesini, Zambak'ı anlamaya çalışırkenki uğraşını ve onunla birlikte üzülmesini düşündükçe tüm o anlar, diye düşünüyordu; tüm o anlar, hepsi birden yalan olamaz.
Sonra aklına son gece Derin'in öfke ve hayal kırıklığıyla dolu gözleri geliyordu. Bulutlarla kararmış gözlerinde tek bir güneş ışığı dahi görebilseydi keşke, o zaman belki kızmazdı kendine onu özlediği için. Ama şimdi yalnızca onu zihninden atabilmeyi diliyordu. Bunu başarmadan canının acısını dindirebileceğini düşünmüyordu. Ve canının acısını dindiremezse Özgür'e verdiği sözleri tutamazdı.
Dışarı çıkıp kaldırıma oturdu, sonra o gece yaptıkları gibi her şeyi hissetmeyi denedi: Havayı, yağmur damlalarını ve rüzgârı. O gün ağlarken, Özgür, Zambak'ın ıslanmayışının üzerinde neden hiç durmamıştı? Çok endişe etmiş olmalıydı, gerçi karşısındakinin Defne olduğunu zannettiği için bunun normal olduğunu artık anlayabiliyordu.
Bu kez ağlamıyordu ama ıslanmak istiyordu. Hissetmek ona iyi geliyordu, canının acısından başka herhangi bir şeyi hissedebilmek. Oturduğu kanepeyi, duvarların tenine pürüzlü dokunuşunu, çay bardağının avuç içlerinde bıraktığı sıcak izi...
Islanmaya başlayınca genişçe gülümsedi. Yağmur damlalarının bu hâlini sevdi, onu ıskalamak yerine tenine tutunup süzülen, elbisesini sırılsıklam eden yağmur damlalarını. Ondan bir parça hâline gelen gökkuşağı habercilerini sevdi. Rüzgâr da kendiliğinden esiyordu üstelik. Saçlarının sağa sola savrulduğunu hissettikçe mutlu oldu. Hâlâ buradayım, demek gibiydi bu onun için. Siz göremeseniz de varım. İçimde kopan fırtınaları göğün kudreti bastırsa da o fırtınalar da var.
Bir çözüm bulmak zorundaydı. Bu yağmurları hissetmeye devam edebilmek ve dilediğinde rüzgârın saçlarını karıştırmasına izin verebilmek için, en önemlisi burada kalabilmek için bir çözüm bulmalıydı. Ama ne yapsa, ne düşünse olmuyordu. İnsan olması demek, muhtemelen her şeyi unutup bambaşka bir yerde, bambaşka bir zamanda olması demekti. Yaşadıklarını unutmak istemiyordu. Derin'in, onun kalbini kuvvetli olup olmadığını görmek istercesine bulutların tepesinden yeryüzüne fırlatmasını dahi unutmak istemiyordu. Tüm bunlar onun kendisiydi, bunlar olmadan nasıl Zambak olabilirdi?
Özgür'ü de unutmak istemiyordu.
İyileşemezse ve insan olamayacaksa kaybolacaktı.
En iyi ve en güzel ihtimalle iyileşse bile Özgür'ün yanında kalamayacaktı. Başka insanlara ilham vermesi gerekecekti ve Özgür'ün Defne'si olacaktı. Belki bazen görüşürlerdi. Belki Defne sahiden Zambak'ın varlığına inanırdı. Özgür mutlu olduğu sürece sorun yoktu, Zambak zaten batmıştı. Artık mutlu olabileceğini sanmıyordu, ters gidebilecek her şey zaten ters gitmişti. Ama Özgür için mutlu olmayı istemesi gerekiyordu, mutlu olmayı dilemeden iyileşemezdi. Bu ne karışık işti böyle?
"Zambak!"
Özgür, bağırarak Zambak'ın düşüncelerinin kaçışıp yağmur damlalarının ardına saklanmasına neden olurken sokağın diğer ucundan Zambak'a doğru koşuyordu. Yüzü ciddi, adımları epey hızlıydı. Bir şey mi olmuştu? Bu düşünceyle yüreği Özgür'ün yanına koşup onu dünyadaki tüm kötü ihtimallerden korumak istercesine öne atıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Böyle Güzelsin
FantasyRüzgarı hissetmek istedim. Ve yağmuru. Daha önce yağmuru hiç hissetmemiştim.* *** Bir ilham perisinin öyküsü.