Zambak, Derin'in yanına gelişinin üzerinden bir hafta geçtiğinde artık kızın rutinine alışmıştı. Her gün aynı şekilde okula gidip geliyor, dünyadaki çoğu genç gibi hep aynı şeyleri yapıyordu. Her gün okulda veya evde mutlaka eline kalem kâğıt alıyor ama her seferinde ya değişik şekiller karalamış bir şekilde kâğıdı kenara atıyor ya da tertemiz bir şekilde yerine koyuyordu.
Tek sorun Zambak'ın hâlâ, onun neden ilham aradığını anlamamış olmasıydı. Şiir yarışmasına belli ki katılmayacaktı, onu izlediği günlerde kız, yarışmayla bir kere bile ilgilenmemişti. Okulda birkaç arkadaşı vardı, çok yakın değillerdi ama konuştukları esnada da bir şey yakalayamamıştı. Ne yapacağını bilmeden ilerlemesi güçtü.
Yataktan kalkıp masanın başındaki kızın tepesine dikildi. Onunla birlikte boş, beyaz kâğıda bakıyordu ki masanın üzerindeki takvim dikkatini çekti. İki hafta sonraki cuma günü kırmızı kalemle yuvarlak içine alınmıştı. Üzerinde tek kelime yazıyordu: Annem.
Tabii ya. Yarışmaya katılmayacaksa ve üzerinde bu kadar çok düşünüyorsa belli ki birine hediye edecekti, annesine. Peki ama şiir mi yazacaktı? Belki de bir düzyazı planlıyordu? Keşke Derin bu kadar sessiz olmasaydı!
Kızın annesini her sabah ve her akşam görüyordu. Derin'e fiziksel olarak pek benzemiyordu. Annesinin saç rengi ondan daha açık bir kahve; boyu daha kısa, yüz hatları daha yumuşaktı. Kadın; işe gitmeden önce her sabah onun için kahvaltı hazırlıyor, akşam yemeklerinde gününün nasıl geçtiğini anlatıyor, Derin'in anlattıklarını ilgiyle dinliyordu.
Ne yazık ki Zambak geldiği günden beri Derin'in babasını, en azından Zambak adamın Derin'in babası olduğuna inanıyordu, yalnızca fotoğraflarda görebilmişti. Fotoğrafların çoğu, televizyonun olduğu vitrindeydi. Birinde Derin'in annesi bir sokakta, adamın koluna girmişti, ikisi de kameraya genişçe gülümsüyordu. Diğeri bir parkta çekilmişti, küçük bir kız adamın kucağındaydı.
Gözlerinin önüne kendi annesinin güzel yüzü gelince hüzünle gülümsemekten kendini alamadı. Derin'in ne hissettiğini anlıyordu çünkü Zambak da annesini çok özlüyordu. Yıllar geçmesine rağmen hâlâ o günü hatırlıyordu, tiyatro salonundaki o günü. Annesini daha önce hiç öyle görmemişti; öylesine parıl parıl, öylesine mutlu ve güzel.
Belki bir gün onu yeniden görürdü. İyi miydi? Mutlu muydu bir yerlerde? Onu bir kez daha görebilmek için şu kısa peri ömrünün kalanını seve seve feda ederdi. Hayatı boyunca bunu düşünüp durmuştu; her yıldız kaydığında onu bir kez olsun görebilmek için dilek tutmuş, her ülkede ve her şehirde insanların yüzünde onu aramıştı. Ama tabii bu nafile bir çabaydı.
"En azından sana yardım edeyim, Derin. Ben, anneme hiç şiir yazamayacağım. Gerçi sanırım şiir yazabilirim ama veremem."
Sahibine veremediğimiz şiirlerin, şarkıların da anlamı var mıdır acaba? Bir an kaşlarını çattı, sonra bunu zihninden atıp gülümsedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Böyle Güzelsin
FantasyRüzgarı hissetmek istedim. Ve yağmuru. Daha önce yağmuru hiç hissetmemiştim.* *** Bir ilham perisinin öyküsü.