87

480 46 13
                                    

Sanki yer yerinden oynuyordu. Etraftaki gürültü o kadar fazlaydı ki doğru dürüst üzerimden şoku atamıyordum bile.

"Ben..." diye dudaklarımı oynattığımda sesimin duyulmasının imkansız olduğunu fark etmiştim.

Bağırışlar ve çığlıklar devam ederken takım yerinde durmadığı için sürekli birilerine çarpıyordum. Mikrofonu birileri elinden aldığında ve tel örgülü kapılar açılıp taraftarlar sahaya daldığında birbirimize bakakalmıştık.

Omzuma çarpıp duranların arasından konuşmaları duyabiliyordum. Yine de gözümü kıpırdamadan bakıyor, dinliyordum.

"O hikayeyi sen mi attın?"

"Buzlu Kahve sen misin?"

"Siz çıkıyor musunuz yani artık?"

"Fotoğraf çekebilir miyim?"

"Beni takip eder misin lütfen?"

"Alooo!"

Vural ileri atılıp bileğimden tutup çekmese daha fazla orada ne kadar duracaktım hiçbir fikrim yoktu. Kalabalığı ve bizi durdurmaya çalışan kameramanları geçerek sahanın ucundaki kulübeye girdik.

Oranın içini bilmediğim için yavaşlasam da Vural iyi biliyor olmalıydı ki sapmadan koridorları ve kapıları geçerek koşmaya devam ediyorduk.

Sessizce koşarak kalabalığı ve gürültüyü arkamızda bırakırken arka kapıdan dışarı çıktık. Kalabalık caddede çarpa çarpa ilerlerken sebebe ihtiyaç duymadan koştuk, bir an bile durmadık.

Nefes nefese sokakları, evleri, caddeleri ardımızda bırakırken daha fazla dayanamadım ve kahkahalarla gülmeye başladım. Elimi sıkıca tutan Vural'ın gülmemeye çalışarak bağırdığını duydum. "Ne oluyor?"

"Bilmiyorum!" diye bağırdım gülmeye devam ederken. "Neyden kaçıyoruz?"

O da gülmeye başladığında gülerek koşmaya devam ettik. Bir ara çarptığımız biri arkamızdan bağırmış olacak ki ne dediğini bile anlamayarak daha fazla güldük.

Sahil koşu yoluna çıktığımızda durmadık ve orayı da geçip kumsala açılan kapıdan kumların üzerine indik. Akşam serinliği kumlara çökmüştü.

Deniz seviyesine gelince durduk ve elimi çekip avuçlarımı dizlerime yaslayarak nefes almaya çalıtşım. Bir yandan gülüyor, bir yandan soluklanıyorduk.

Denizin suyu birden bu tarafa doğru hızlanınca geri çekilmek için adım atacaktım ki ayaklarım birbirine dolandı ve beni tutmaya çalışan Vural'la kumların üzerine kapaklandık. Ayaklarımıza yetişen su, ayakkabılarımı ve pantolonumun paçalarını sırılsıklam ederken hâlâ formalarıyla olduğu için onun sadece ayakkabıları ıslanmıştı. Yine de sessizce gülmeye devam ediyorduk.

Bir an için sessizlik olunca ayaklarımızı uzatmış, gititkçe yuakrı kayan ayı izlediğimizi fark ettim. Sonra dönüp kocaman sarıldım.

Kolları belime dolanırken daha da sıkı sardım kollarımı. "Tebrikler," diye fısıldadım kulağına doğru. Bir melodi gibi gülüşü doldurdu kulaklarımı. Sonra geri çekildim ve alnına baktım.

Sağ tarafı morarmaya başlayan alnına dokunduğumda o da yeni hatırlamış gibi yüzünü buruşturarak geri çekildi. "Şerefsiz piç." dedi.

"Çok ayıp." dedim parmak uçlarımı dudaklarına hafifçe vururken. "Düzgün konuş."

"Yemin ediyorum zor tuttum kendimi. Sahadan çıkmadan az kalsın o şerefsizi yakasından tutup yere yapıştıracaktım."

Yenilgiyle omuzlarımı düşürüdüm. "Haklısın. Fazla kötü oynadılar."

"Sende beni desteklediğine göre gidip onları bulup dövebilir miyiz demek mi oluyor bu? Çünkü senin katıldığın her şey sorgusuz sualsiz doğru geliyor bana."

Gülüp terlemiş alnına düşen saçlarını avucumla geriye ittirdim. "Hayır tabii ki."

Belimdeki parmakları hafif kıpırdayarak tutuşunu sıkılaştırdığında tekrar sarıldım ve bu defa başımı omzunun üzerine yasladım.

"İyi ki varsın." dedi bir süre sonra. "Bir anda geldin ve öyle bir boşluğun olduğunu bile bilmediğim boşlukları doldurdun."

Sırtında yuvarlaklar çizen parmağımı durdurup geri çekildim. Gülümseyerek yüzüne baktığımda ayı izlediğini gördüm. Mavi gözleri parıl parıldı. Yüzünü izlerken gözlerini bana çevirdi. Avucunu yanağıma yaslarken, "Gözlerimizin aynı renk olması ne kadar güzel..." diye mırıldandı.

"Biliyor musun?" diye fısıldadım gözlerine bakmaya devam ederken. "Bir keresinde bir kitapta okumuştum. Gözlerimizin kimliklerimiz olduğundan bahsediyordu. O halde biz..."

"Tek kimlik." diye tamamladı beni.

Gözlerini izlerken daha fazla kalmayacağımız aklıma geldi, su seviyesi buralara yetişmeye başlıyordu ve diğerleri bizi merak ediyor olmalıydı. Ben etrafıma bakınıp eşyaları nereye bıraktığımı ararken Vural'ın arkasındaki telefonu çalmaya başladı.

Elini arkaya atıp telefonu aldı ve ekrana baktıktan sonra kulağına götürdü. Telefondaki gürültü kulağıma kadar geliyordu, burası fazlasıyla sessizdi.

"Yok orda değiliz... Niye? Siz gelin... Salak mı bu çocuk? Tutsaydın ya!.. Bekleyin orda geliyoruz... Tamam sakin ol... Tamam geliyoruz hemen."
Telefonu kapatıp ayağa kalktığında bende merak ederek ayağa kalktım.

Saati koluna takarken, "Ne oluyor?" dediğimde eğilip kumların üzerindeki cüzdanı da aldıktan sonra, "Keskin." dedi. "Kavgaya karışmış."

-

Buzlu Kahve | Texting [Tamamlandı]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin