XIV

60 13 8
                                    

Dışarıya çıktığımızda, ormana doğru yürümeye başlamıştık Sezinle birlikte. Onunla yürüdüğüm her saniye, bana bir ömür gibi geliyordu. O kadar güzeldi ki. El ele tutuştuğumuzda, sanki ilk defa yapıyormuşuz gibi heyecan vardı içimde. Ona hayran hayran bakarken, zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. O sırada her zamanki oturduğumuz banka geldik. Otururken, Sezinle beraber uzunca bir süre birbirimize baktık. Öyle bir durumdaydım ki, dayanacak birisine ihtiyacım vardı. Yanı başımdaydı aslında ama ona anlatamazdım. Çünkü üzülecekti biliyorum. Belki de, kaldıramayacaktı. Sonuçta onun hayatı daha önemliydi. Ben zaten geberip gideceğime kesin gözüyle bakıyordum. 

Sezin ise, mutlu gözükse de benimle ilgili endişeleri vardı. Bir şeyler sakladığımı biliyordu ama beni sıkmamak için susuyordu. O sırada omzuna yasladım kafamı. O kadar rahatlıyordum ki bunu yaparken, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum. Sezin'le beraber zaman kavramının varlığını bile unutuyordum ki. Benim için bir sevgiliden çok daha fazlasıydı. Bir ömür, bir maceranın habercisiydi. 

Eğer bu kanserden kurtulabilirsem, yaşamak isteyeceğim şeyler vardı Sezin'le birlikte. Bir sürü anımız, aldığı kemanla birlikte belki yeni umutlar aşılayacak bir mesleğim olacaktı. Her şeyden öte, bir aile olacaktık. Her zaman bana en büyük hayalimin ne olduğunu sorsalar, her zaman aynı cevabı verirdim.

"Bir kız çocuğu evlat edinmek." O sırada ise, Sezin'le hiç bu konuyu konuşmadığımızı fark ettim. Ellerini tutarak, baş parmağımla okşuyordum ellerini hafif hafif. Sezin ise yüzünde tatlı bir sırıtışla, bana yaslandı. Doğru zaman olduğunu anladım ve konuşmayı başlattım.

"Tatlım, hiç çocuğunun olmasını istedin mi?" diye sordum meraklı bir ses tonuyla. O sırada Sezin, afallamış olacak ki sorduğum soruyu yadırgadı. Sonrasına boğazını temizleyerek konuşmaya başladı.

"Açıkçası hiç düşünmemiştim. Ama senin hayatını etkileyen en büyük hayalinin bu olduğunu biliyorum. Nereden biliyorsun diye sorarsan, ben sandığından daha iyi tanıyorum seni. Soru sormama gerek yok. Seni izleyerek, dinleyerek öğreniyorum her şeyi. Mesela acılı herhangi bir şey yersen, acı ağzını yakarken ilk önce saçlarını, sonra da kulaklarını hafifçe çekiyorsun. Onun dışında tatlım, piyano çalarken hafifçe kafanı öne ve arkaya doğru sallarsın. Bir ortamdan veya yerden sıkıldığın zaman, dizlerine hafifçe vurup saçlarını sürekli elinle itersin." 

Benim hakkımda bu kadar detay bilmesi, beni mutluluktan çıldırması bir yana duygulandırmıştı. Ben hayatımda hiç bu kadar sevilmemiştim ve böylesine güzel birisini nasıl hak ettiğimi hala anlamıyordum. O sırada Sezin, kafamı omzundan narince kaldırıp, gözlerine odaklanmamı sağladı.

 "Benden sakladığın ve içinde yaşadığın şeyler var Açelya. Merak etme, ben onları bir şekilde bulurum. Neden sakladığını bilmiyorum gerçekten. Seni ben bu kadar severken, seni öğrenmeye çalışırken, aşırı önemli bir şeyi saklıyorsun benden ve ben bunu bilme hakkına bile sahip değilim. Açıkçası kalbim kırılıyor. Senin de beni sevdiğini biliyorum ama kendimi kötü hissediyorum senin benden gizlemenden dolayı." 

Bunları dediğinde, ona anlatmak istiyordum. Yapamıyordum ama. Onun yaşadıklarına kıyasla, üzülmemesi için elimden geleni yapıyordum. Ancak, hata yaptığımı bilsem bile korkuyordum. Bu yüzden sadece sustum o an. Bir süre bu sessizlik içerisinde bakıştık. Ormanın içerisinde bulunan çiçeklere bakıp, bakışlarımı ondan kaçırmaya çalışsam da başarılı olamadım. O sırada yanımdan kalktı Sezin. Üzgün olduğunu belli eden bakışlarıyla uzun uzun baktı bana. Onu ilk defa böyle görüyordum. Ayağa kalkıp, sırtını bana dönecekken tuttum. 

"Sezin... özür dilerim ama anlatamayacağım şeyler var. En azından bir süre sabretsen. İnan elinde sonunda anlatacağım. Ama lütfen, bana biraz zaman ver olur mu anlatabilmem için?" dedim gözyaşlarımı gizlemeye çalışarak. Sezin, onu tutan ellerimi yavaşça indirdi ve bıraktı. 

"Anlatmak zorunda değilsin. Şimdi gitmek istiyorum lütfen Açelya. Sonra konuşuruz." diyerek uzaklaştı yanımdan. Kendimi berbat hissediyordum. Ona söylediğim yalan, onun üzülmesine sebep olmuştu ve benden nefret ediyordu artık. Yine bir klasiğimi gerçekleştirmiş, benden nefret etmesini sağlamıştım tertemiz kalpli Sezin'in. Sadece iyiliğimi isteyen birisine yaptım bunu. Yere çöküp, sesli bir şekilde ağladım. 

Yaklaşık bir saat geçtikten sonra, ablam mesaj atmıştı. Onun mesajına bakmak amacıyla doğruldum ve okudum.

"Hadi artık gelin yavaştan, saat geç oluyor." yazmıştı. Cevap olarak,

"Tamam abla." yazmıştım zorlanarak. 

Eve doğru yürümeye başladığımda ise, ablama kötü bir görüntü sunmamak adına kendimi toplamaya çalışıyordum. Hafif hafif yanıp sönen sokak lambalarının altında yürürken, Sezin'le olan anılarımızı tekrar ediyordu beynim. Yeterince ağlamamışım gibi, bir de bunları düşünerek acı çektiriyordum kendime. Bu yüzden, kendime baskı yaparak, zor da olsa apartmana gelmeyi başarmıştım. Anahtarla evin kapısını açtığımda ise, ablamın birisiyle bağırarak kavga ettiğini görüyordum telefonda. 

"Ne demek yapamazsın?! O benim kardeşim. Kızın yarın kemoterapi seansı var. Okula geç gelse ne olacak sanki? Bana nefretin mi var, yoksa garezin mi?! Bizim şahsi meselemiz değil bu! Kız seanstan sonra gelecek okula, o yorgunluğuna rağmen gelecek. Bu kadar mı şerefsizsin? Neyse kapat şu telefonu!" diyerek kapattı telefonu benim geldiğimi görünce. 

"Açelya, canım ne oldu sana? Sezin nerede?" diyerek geldi yanıma direkt. Sustum sadece o an ve yürümeye çalıştım. Ancak zorlanıyordum ve ablama tutunurken bir anda...



Ölümün Kıyısından | -gxg-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin