Günlük tutmayalı uzun zaman olmuştu gerçekten. Kim bilir, duygularımı belki yazarak ifade etmekte zorlanıyordum. Aslında sadece üşeniyordum. Yaşadığım her güzel ve kötü şeyleri yazmak garip bir his olacaktı eminim. Günlük tutmak yerine kitap yazmalıydım aslında. En iyisi buydu belki de. Ah yine çok konuştum. Başlasam iyi olacak.
Kitaba kendimi tanıtarak girmeliyim sanırsam. Ben Açelya Özkan. 2004 doğumlu bir "Güzel Sanatlar Lisesi" öğrencisiyim. Alanım piyano. Bu okula ilk geldiğimdeki heyecan hala üzerimde. Neyse kendimi tanıtmayı sonraya saklayayım. Yeni bir yaz tatilinden çıkmıştık. Son sınıftım ve öğreneceğim ve uygulayacağım yeni bir sürü şey vardı. Ben zaten böyle biriyim aslında. Hep heyecanlı ve hep konuşkan. Bu özelliğimin pek sevildiği söylenemez ama, yine de seviyorum kendimi.
Okul biraz fazla büyüktü ve bazen içerisinde kayboluyordum. O sıralarda yeni geldiğini düşündüğüm bir kız dikkatimi çekti. Yaş olarak benimkine yakın duruyordu. Saçları siyahtı ama saç uçlarında kırmızı renkte hafif boyalar vardı. Saçlarına, güzel ve hoş bir ev topuzu yapmıştı. Tatlı birisine benziyordu ancak fazla utangaç olduğumdan pek yanına gidecek yüreği bulamadım kendimde. O sırada derse girme saatimiz gelmişti bile. Sessizce cam kenarındaki bir yere oturdum.
Bina, tarihi bir bina olduğundan iç süslemeleri özenle hazırlanmıştı. Her yerinde, Osmanlı zamanlarından kalma motifler ve işlemeler vardı. Her gün bu iç süslemelere dalıyor, kendimden geçiyordum. Hocamız içeri girdiğinde herkes sessizliğe gömüldü tabii ki. Hocamız kendisini kısaca tanıttıktan sonra hemen konuya geçti.
Güzel Sanatlar Lisesinde hiçbir zaman dersler boş geçmez maalesef. Hocalarımız fazla ciddi ve disiplinlidir. Dersimize giren "Sarper Hoca", şan öğretmenimizdi. Sınıfın içerisindeki "Steinway" marka akustik piyanodan birkaç akor basıyordu ve bize nota aralıklarını tekrar ettiriyordu. Tam o sırada kapı çaldı ve daha demin bahsettiğim siyah saçlı kız sınıfa girmek için izin istedi. Sarper Hoca biraz sertti ama o yeni geldiğinden ona sıcak davranıp gelmesini ve benim yanımdaki boş yere oturmasını söyledi. Kız utangaç bir sesle:
"Teşekkür ederim." dedikten sonra yanımdaki yere oturdu.
Yalandan bir gülümseme takınmıştı yüzüne ancak ben onun mutlu olmadığını tek bakışta anlayabilmiştim. Uzun bir süre boyunca onu süzdüm. Karanlık ve gotik bir giyim tarzı vardı. Üzerinde "Metallica" yazılı siyah bir tişört ve üstünde -hiçbir zaman üstünden ayırmadığı- o deri ceket vardı. Altında ise, geniş paçalı siyah pantolon ve simsiyah botları vardı.
Onu ders boyunca inceleyerek fikir sahibi olmaya çalışıyordum onun hakkında. İzlediğimi saklayamayacak kadar beceriksiz birisiydim ne de olsa. Bu yüzden fark etmemesi için bakışlarımı kaçırmaya çalışsam da engel olamadım kendime. Nedenini anlamadığım bir şekilde, ilgimi çekiyordu bu kız. "Acaba ismi neydi?", "Nasıl biriydi?" ve daha da önemlisi "Neden bu haldeydi?" diye düşünüp duruyordum. Neyse ki Sarper Hocanın dersi hızlı bitti ve ara verdik.
Sarper Hocanın "Şan" dersine sadece piyano bölümündekiler girebildiğinden demek ki aynı sınıftaydık. Samimi bir gülümseme takınıp sandalyemi onun yanına çektim. O ise kafasını sıraya koymuş, uyumaya çalışıyordu. Hafif bir şekilde sırtına dokundum ve "Ben Açelya." dedim gülümseyerek.
Bana sahte bir gülümsemeyle "Sezin ben de." dedi. Ona bozulduğumu belli etmeden "Memnun oldum." dedim gülümseyerek. "Ben de. Şey... kantin nerede acaba biliyor musun?" diye sordu. Morali bozuk olmasına rağmen sesi çok tatlıydı ve huzur veriyor gibi hissediyordum. "Gel beraber gidelim. Zaten ben de kahve alacaktım." dedim. Beraber yürüyerek kantine geldik. Neyse ki ilk aramız 20 dakikaydı da, rahat rahat oturabilirdik.
Kahveleri aldıktan sonra boş bir masaya oturduk. Elleri titriyordu ama. Gözleri de kızarıktı. "Neler olmuştu bu kıza?" diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. İlk başta ana öyle geldiğini sanmıştım ama "Üç gündür uyuyamıyorum." diye mırıldandığında anladım. Bana baktı ve "Nasıl bu kadar enerjik olabiliyorsun?" dedi soluk bir sesle. Dürüst olmak gerekirse beklediğim bir soruydu. Aslında benim de içimde fırtınalar kopuyordu ama dışarı yansıtmamaya çalışıyordum hep. İçimden "Öyle mi gözüküyorum?" diye düşünürken "Evet." diye bir cevap geldi.
Ben içimden geçirdiğimi bir anda sesli bir şekilde mi söylemiştim? Kendimden utanıyordum gerçekten. Konuyu değiştirmem lazımdı. O yüzden "Sen de piyano bölümündesin değil mi?" diye sordum. Sorunun cevabını biliyordum ama sesini duymak istiyordum onun. Belki gerçekten samimi olur, onun başına neler geldiğini öğrenebilirdim. "Evet ya, piyanoyu baya seviyorum. Ama müzik bilgimi geliştirmekte piyano kadar hoşuma gidiyor. Hayatımdaki beni tek anlayan şeyler onlar." demişti sesi hafif titrek bir şekilde. Tam soru soracaktım ki, aramız bitmişti tabii ki. Geri kalan derslerin hepsinde de onu izledim. Topuz yaptığı saçlarını bozup, onlarla oynamak için can atıyordum resmen. Konsantre olamıyordum derslere çünkü tabir etmesi zor bir sürü duygunun içerisine bırakmıştı beni Sezin.
Hayatta böyleydi işte. İnsanları derinliğe düşürür ve tadını çıkartır. Bu derinliğin içerisinden çıkabilir miydim? İşte bunu bilmiyorum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümün Kıyısından | -gxg-
Romansa'Sen bir sanatsın, bir melodi gibi hayatıma renk katıyorsun...'