XV

64 13 5
                                    

Gözlerimi açtığımda, kolumda serum olduğunu ve ablamın saçımı okşadığını gördüm. Zorlanır bir biçimde, ablama dönerek sesim titreyerek,

"Sezin nerede? Abla bana ne oldu?" diye sordum. Ablam yanıma yaklaştı ve "Sezin'e ulaşamıyorum, telefonu kapalı sanırım. Sana ne olduğuna gelirsek, bayılmışsın. Doktor, böyle kanserlerde bu tarz durumların normal olduğunu söyledi. Anlık tansiyon düşmeleri ve kuvvetini kaybetmen çok doğalmış." dedi saçlarımı okşamaya devam ederek. 

O sırada doktor yanımıza geldi ve "Ablanızın dediği doğru. Kan değerlerinize baktım ve kanserden dolayı etkilenen hücreleriniz, kan değerlerinizi etkilemiş. Bu yüzden de kısa bir baygınlık geçirdiniz. Sizinle ilgilenen doktorunuzla da konuştum. Sizin özel durumunuzla ilgili bilgilerinizi aldım ve buna göre ilaç yazdım. Lütfen bunları aksatmayın." dedi gülümseyerek doktor.

Ablam ise endişeli gözleriyle bana bakıyordu. Beni soru yağmuruna tutacağından emindim. Ancak yapmadı ve beni bir kez daha şaşırttı. O zaman sıra bendeydi. Boğazımı temizleyip, ablama döndüm ve elini tuttum. 

"Abla, telefonda kiminle kavga ediyordun? Benim adım da geçti. Neler oluyor anlatacak mısın?" diye sordum. Ablam biraz tedirgin olmuştu ama anlatmaktan başka çaresi de yoktu. Bana uzun bir süre baktıktan sonra,

"Okulunla konuşuyordum. Bazı öğretmenlere bu durumunu anlatmam gerekti ancak bir tanesi kabul etmeyip, seni sıkıntıya soktu. Ancak halledeceğim merak etme." dedi gülmeye çalışarak. 

O sırada ise, bana sorun çıkartabilecek bir hocanın olup olmadığını düşünüyordum. Ablama baktım ve "Abla, bizim okulda öyle sorun çıkartacak bir öğretmen yok ki bana. Hepsi gayet tatlı, gayet değerli insanlar." dedim gülümseyerek.

Ablam ise, endişeli gözlerini üzerimde gezdirerek, "Yeni gelmiş zaten." dedi. O sırada daha fazla soru sormak istesem de ablam, "Yarın okula gelip, onu da halledeceğim tamam mı, sen sıkma canını bunun için. Dinlenmene bak ve başka şeyler düşün hadi." dedi gülümseyerek. Serumun içerisinde bana sakinleştirici de verdiklerini tahmin ettiğimden, uyuyakalmam pek uzun sürmemişti. 

---

Sabah olmuştu ve serum bitmişti sonunda. Doktor, serumumu çıkarttı ve koluma bant yapıştırdı. Ablam ise uyuyakalmıştı. Yanına sakince giderek dokundum yavaşça.

"Abla, hadi kalk yavaştan. Kemoterapiye geç kalacağız." dedim kısık bir sesle. Ablam, kendine gelip uyandığında hazırlanıp çıktık hastaneden. Kemoterapi seansı için, doktorum bizi bekliyordu kendi olduğu hastanede. Ablam Lidya, hemen bir taksi bulup diğer hastaneyi tarif etti. Hastaneye vardığımızda ise, dördüncü kata çıkıp doktorumun odasına girdik. Doktorum bizi gördüğüne sevinmişti ama sarılamıyordu. Vücudum daha fazla hassastı ve enfeksiyon riski artmıştı. Bu sebeple, takmam için bir maske ve eldiven aldırtmıştı bana. 

O sırada doktoruma yöneldim ve "Seanstan sonra okuluma gidebilir miyim?" diye sordum. Doktorum ilk başta net bir sesle "Kesinlikle olmaz." dedikten sonra çok fazla yalvardım ve onu ikna etmeyi başarmıştım. 

"En fazla 1 saat kalabilirsin, sonra doğruca evine gideceksin ve dinleneceksin. Maskeni ve eldivenini hiç çıkartmayacaksın ve kimseye temas etmeyeceksin. Ancak bu şartlar altına izin verebilirim." dedi. 

Sezin'e belki son kez sarılamayacaktım ama kabul ettim bunu. Aslında mecburdum etmeye çünkü Sezin'e anlatmak istiyordum her şeyi. Ona son kez bakmak belki de. Ne pahasına olursa olsun, ona son kez "Seni seviyorum." demek istiyordum. Doktorum da bunu onayladıktan sonra, kemoterapi için izole edilmiş bir kata geçtik. Beni yatağa yatırdıklarında, serumumun içerisine ilaçları karıştırmışlardı. Bu ilacın işe yaraması için beni uyutmaları gerekiyordu...

Yaklaşık üç saat sürdükten sonra -tahmin ettiğim kadarıyla- serum bitmişti. Doktorum, bu durumun beni aşırı yoracağını ve aşırı halsiz olacağımdan bahsetmişti. Bu sebeple, yavaş hareketlerle ayağa kalktım ve ablama tutunarak doktorumun odasına çıktık tekrar. Doktorum, hala gitmemem için ısrar etse de, ben Sezin'e son kez seni seviyorum demek için kararlıydım. Doktorum bu inadı görünce "Tamam, ama acil bir durumda hemen ablana haber veriyorsun ve buraya geliyorsunuz. Söz ver bana Açelya, bunun şakası yok çünkü." demişti endişeli bir sesle. 

Başımı aşağı ve yukarı sallayarak "Merak etmeyin." dedikten sonra ablamla beraber okula doğru gitmek amacıyla taksi bulduk ve yola çıktık. Elimde eldiven ve yüzümde maske ile ne kadar garip durduğumu düşünüyordum. Sezin, benden korkmazdı umarım. O sırada ablam, saçlarımın yüzüme gelmemesi için, saçlarımı at kuyruğu yapmıştı. Yorgun bir şekilde, okula geldikten sonra ablamla, sınıfımızın olduğu kata çıktık. 

Dersin henüz bitmediğini bildiğimden, sınıfın kenarında duran banka oturarak beklemeye başladım. Ölüm gibi geçen otuz dakikadan sonra ders bitmişti ve ara vermişlerdi. İçimden "Sonunda!" diye geçirirken, sınıftan tanıdık bir sima çıkmıştı. "Simge."

Ablamın bağıra çağıra kavga ettiği, yeni şan öğretmenimiz buydu demek." Sarper Hocanın emekli olmasından dolayı, yerine getirdikleri öğretmen bu muydu yani?" diyerek sorguladım durumu. O sırada beni fark eden Simge, imalı bir bakış atarak koridordan öğretmenler odasına doğru yürüdü. 

O sırada sınıftan içeri girdiğimde, Sezin'in sınıfta uyuduğunu fark ettim. Diğer öğrencilerin bana attığı aşağılayıcı bakışların arasından sıyrılıp, "Sezin, canım." diye seslendim tatlı bir sesle. O sırada kafasını kaldırdı sert bir şekilde. "Seninle konuşacağız." bakışı attıktan sonra, sınıftakilerin bana bakarak aşağılayıcı ifadeler kullandıklarını gördü. O sırada gözlerinden bir alev çıkarcasına "Açın da kendi götünüze gülün. Kız mecbur takıyor bunu. O çok mu mutlu sanıyorsunuz bu halde olmaktan? Şimdi beş saniye içerisinde siktir olup gitmezseniz, kendi ellerimle gebertirim sizi! Saygısız orospu çocukları!" diyerek bağırdı. 

Benim durumumu nereden öğrendiğini tahmin edemeyecek kadar halsizdim ve Sezin'in yardımıyla oturmuştum önündeki sandalyeye. O sırada diğerleri de, korkmuş bir şekilde boşalttı sınıfı. O sırada Sezin, dokunmak istercesine elini yaklaştırdı yüzüme ama sonradan temasın riskli olduğunu bildiğinden geri çekti ellerini. O sırada yanıma bir sandalye çekti ve bana sitemli ama kıyamayan gözleriyle baktı. 

"Neden bana söylemedin?" diye sordu hafif sinirli bir sesle. Ben kendime yavaş yavaş geliyordum ama kafam hala tam yerinde olmadığından, "Neyi?" diye sordum. O ise, bu soru üzerine biraz daha sinirlenmişti ve sorusunu ufak bir ekle yineledi. 

"NEDEN BANA KANSER OLDUĞUNU SÖYLEMEDİN AÇELYA?!" diye...

Ölümün Kıyısından | -gxg-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin