Büründüğü havlunun içinde tir tir titreyen çocuk burnunu yüzüncü kez çekti. Arkasından gelen adım seslerinin ardından koyu kahverengi bir şey ona doğru uzatıldı.
Başını çevirip kumaşı aldığında bunun bir tişört olduğunu fark etti. Havlusunu bir kenara atıp tişörtü başından geçirdi. Tanrıya şükür o dağınıklığın arasında bir boxer ve salaş, ince bir pijama altı bulabilmişti. Geri kalanlar Tanrı'ya emanet.
Harry'nin baş ağrısını kötüleştirdiğinden ışık yakılmamaıştı, ateşin kızıl ışınları şuan odadaki tek ışık kaynağı olmakta ve sırtını koltuğa yaslamış çocuğun titremelerini azaltmaktaydı.
Sırtını verdiği koltuğun göçtüğünü hissetti. Ardından kafasına bir havlu atıldı ve nazikçe saçlarının kuruması için ovulmaya başlandı.
Kafası hafiften sağa sola savrulmasıyla başının dönmeye başladığını hissetti. Yavaşça kafasını öne iterek kurutma işlemini protesto etti. Adam durmadı ama bu sefer ovalayarak değil, sıkarak kurutma yöntemini seçti.
"Özür dilerim." dedi genç, yumuşakça. "N'için?" diye zorladı adam, sebebini bilmesine rağmen. Genç sadece omuz silkmekle yetindi.
Harry yerden kalkıp adamın yanına, bir ayağını altına alıp diğerini aşağı sallandırarak oturdu. Bir süre oyalandıktan sonra zar zor konuşmaya başladı.
"B-ben Sirius'un eksikliğini çok hissediyorum. Sanki o gittikten sonra... Bilmiyorum." yine boğazı düğümlenmeye başlamıştı. Lanet duygular!
Snape'in susup kara gözlerini ona dikmesi devam etmesi için onu teşvik etti, "Hiçbir şey aynı olmayacak gibi. Hermione'yle, Weasleyler'le... Ama onları seviyorum, yemin ederim." çocuk daha çok kendi kendine konuşuyordu ve bu iyiydi. Bazen insanın başkasının tavsiyesini, tavrını almadan kendiyle düşünüp tartışmalıydı. Tıpkı günlük yazmak gibi...
Adam, devam etmesi için yönlerdirdi, "Peki bu sadece vaftiz babanla mı ilgili?"
"Evet-" düşünülmeden verilen otomatik cevap kesildi. Düşünülerek verilen cevapsa "Hayır." oldu.
Harry derin bir nefes alarak ellerini yüzüne gömdü. Karanlık etrafını sarınca Snape'in getirdiği tişörtün kuru sabun ve eski ev koktuğunu kafasının bir kenarından fark etti.
"O bana yakın olan son kişiydi... Farklı bir şekilde yakın." Snape bu 'farklı' yakınlığın bir ebeveyn figürü olduğunu kolayca anladı.
"Ve şimdi kaybolmuş hissediyorum. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı, hayatta kalıp kalamayacağımı bilmiyorum." cümlesini sesinin giderek titremesiyle hızlıca sonlandırdı. Sakinleşmek için birkaç derin nefes alarak devam etti, "Ben- tek istediğim... Sadece..." düzensiz nefesi konuşmasına izin vermedi. Bunlar tabu konulardı, Harry'nin mecburi olarak kilitlediği ve uzağa gönderdiği kutular, sürekli karşına çıkan zinciri kırık kutular...
Harry boğazından bir hıçkırık koparken elini daha çok bastırdı. Aptal, aptal! Snape senin ne kadar zayıf olduğunu gördü işte. Her kayıp verdiğinde böyle mi olacaksın. Savaştasın! Ölüm, mücadele, umut ve yaşam olacak.
Ne kadar sert konuşmaya çalışırsa çalışsın içindeki yaralı çocuğa bir türlü söz geçiremiyordu. Açtı... Sevgiye o kadar aç ve muhtaçtı ki deliriyordu.
Elini ağzına bastırıp hıçkırıklarını kesmeye çalışırken vücudu ona ihanet ediyor ve daha şiddetli hıçkırıklar gönderiyordu.
"Potter?"
Harry başını adamın omzuna koydu, öne eğilip kollarını adamın boynuna sardı. Ne olacağı umrunda değildi, şuan hakimiyet onda değil, duygu ve içgüdülerindeydi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐎𝐧𝐜𝐞 𝐔𝐩𝐨𝐧 𝐀 𝐓𝐢𝐦𝐞 𝐈𝐧 𝐒𝐩𝐢𝐧𝐧𝐞𝐫'𝐬 𝐄𝐧𝐝...
Fiksi Penggemar-𝐒𝐞𝐯𝐞𝐫𝐢𝐭𝐮𝐬- Ceketine daha sıkı sarıldı çocuk. Yaşlı büyücünün burada beklemesini, birinin onu bu sokaktan alacağını söylemesinden yaklaşık bir saat geçmişti. Yaz yağmuru başlamış, İngiltere'nin serin havası caddeleri, ağaçları, evleri okşuy...