Küvette daha derine batarken yarı açık gözleri, ıslanmaması için küçük bir büyü yaptığı bandajlı yarasına kaydı. Derin bir nefes aldı fakat bunu yaparken canı acıdığından yüzünü buruşturarak yatar pozisyondan oturur hale geçti.
"Severus iyi misin?"
Adam sıkıntıyla nefes verip kendini geriye atarken küvette kaybolup gitmeyi diledi. Otuz beş yaşındaydı ve ailesi başında durması için kız kardeşini dünyanın bir ucundan zorla getirmişlerdi. Zorla sayılmazdı aslında, Morana onun yaralandığı haberini alır almaz Mısır'daki işini bırakmış İngiltere'ye gelmişti. Tobias ve Eileen akşama kadar kalmışlardı ve Severus onları zar zor evlerine dönmeye ikna etmişti. İkili en sonunda gitmeye razı olmuştu, tabii Morana'yı başına bekçi olarak atamadan değil.
"Severus... Bayıldın mı?" kadın banyo kapısını birkaç santim aralamıştı bile.
Kapının o kadar açılmamasına ve kör noktada olmasına rağmen küvetin içindeki adam panikle banyo perdesini çekmeye çalışırken bıkkınca bağırdı, "Evet bayıldım, küvetin içinde boğuluyorum."
Kadın kapıyı tekrar kapatırken ciddiyetle "Aman dikkatli boğul, bir şey olmasın." dedi ve uzatmadan ayrıldı.
Severus elini örgülü saçından geçirirken yanaklarını şişirerek öfledi. Biraz mahremiyet hakkına sahipti ve şimdi o da yoktu. Lanet Karanlık Lord, şu savaş bir bitsin-
Alt kattan kırılan birkaç porselen sesi, duşunun sonuna geldiğini haber verdi.
xxx
Harry, Morana'ya domatesleri nasıl dilimlemesi gerektiğini gösterirken tam konsantrasyon içindeydi. Snape'in merdivende olduğunu ilan eden adım sesleri koridorda yankılandığında kafası yukarı kalktı. Uykusuz bir çocuk gibi mahmur gözleriyle mutfağı tararken elleriyle bol tişörtünü düzeltiyordu.
Snape, şu an Hogwarts'taki Snape'ten çok, ortasında özgürlük işareti çizilmiş minübüslüyle elinde gitarı Akdeniz Akşamları çalan tiplere benziyordu. Harry, zihninde adamın bir sahilde yanan kamp ateşinin kenarına oturmuş, Akdeniz Akşamları söyleyen görüntüsüne kıkırdadı. Esen meltem, saçlarına vuruyor ve muazzam konsantrasyonla hafif buruşmuş yüzünü okşuyordu. A! Ve belki saçına biraz boncuk ve bir bandana takmıştı. Evet bu kesinlikle harikaydı. Ama tek başına olmazdı ki kamp, arkadaşlar lazımdı elbet. Kimle gidebilirdi ki... Belki Ölüm Yiyenler'le? Voldemort üzerinde yılan desenleri olan bir şort giymişti, Lucius Malfoy ise... Yo yo, Ölüm Yiyenler olmaz. Ama kim olabilirdi ki başka- Hogwarts profesörleri? Tabii ya, McGonagall, Dumbledore, Flitwick, Sprout... Harry bu hayaline kahkahlarla gülmeden edemedi.
"Böyle gülmen hoşuma gitmiyor Potter." diye mırıldandı kendini ağır ağır sandalyeye bırakan adam.
"Kalbimi kırıyorsun ama." diye küskünce mırıldandı Harry, hala soğanlarla uğraşırken.
Snape gözleri kapalı başını koltuğun arkasından sarkıtmış haldeyken "Çok da umrum." dedi boş bir sesle.
"Küstüm." diye mırıldandı çocuk sadece kendinin duyabileceği bir seste.
Ev telefonu çalınca Snape homurdanarak koridora doğru ağır ve huysuz bir yürüyüşe başladı.
Harry ağırlığını sağ bacağından sol bacağına verirken cebindeki yüzüğü hatırladı. Soğanları ve bıçağı bırakıp, domatesleri keserken konsantrasyonla dili dışarı çıkmış olan Morana'ya döndü, "Um... Morana, bunun ne olduğu hakkında bir fikrin var mı?" elindeki yüzüğü kadına uzattı.
Morana dalgınlıkla domatesleri bıraksa da yüzüğü görünce kaşları havaya kalktı, "Ahh, bu yüzüğü hatırlıyorum fakat hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Ama annem ona çok değer verirdi, babam cepheye gittiğinde ona bir şey olursa bunu kullanacağını mırıldanırken duymuştum onu... Sanırım bir çeşit iyileştirici gücü filan var. Severus mu verdi onu sana?"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐎𝐧𝐜𝐞 𝐔𝐩𝐨𝐧 𝐀 𝐓𝐢𝐦𝐞 𝐈𝐧 𝐒𝐩𝐢𝐧𝐧𝐞𝐫'𝐬 𝐄𝐧𝐝...
Fanfiction-𝐒𝐞𝐯𝐞𝐫𝐢𝐭𝐮𝐬- Ceketine daha sıkı sarıldı çocuk. Yaşlı büyücünün burada beklemesini, birinin onu bu sokaktan alacağını söylemesinden yaklaşık bir saat geçmişti. Yaz yağmuru başlamış, İngiltere'nin serin havası caddeleri, ağaçları, evleri okşuy...