8. Bölüm

542 30 5
                                    

Saplantısını aşk diye tanıtan bir adamla aynı havayı soludum ben.

Ondan daha haberim yokken, aynı şehrin sokaklarında gezdim.

Özgür olduğumu zannederken bir çift gözün esaretinde olduğumu bilmedim.

Gittiğim her yerde bir nefes kadar uzakta olduğunu, bir hayalet gibi peşimde olduğunu bilmeden yaşadım.

Sonra o adamla yan yana geldim.

Tehlikeyi gözlerimle gördüm.

Ondan korktum.

Kaçtım.

Nefret ettim.

Bunlar onu durdurmaya yetmedi.

Adım adım yaklaştı tehlike.
En sonunda aynı odada onunla nefes almaya mahkum edildim.

Ciğerlerime temiz hava girmiyordu.
Ağır bir azot kokusu burnumdan akciğerime doluyor, günden güne mahvoluyordu.
Onunla beraber bende tükendim.

Yalnızlığıma, kimsesizliğin içimde açtığı yaralara ağladım.

Sırtlanların arasında yaşam mücadelesi veren yavru bir ceylandım. Sırtlanlarla yaşamayı öğrendim.

Onların doğasına ayak uydurdum.

Avcılarımı tanıdım.

Ceylandım, sırtlana büründüm. Ama özümü hiç kaybetmedim.

Bir ceylanın  yavrusu olduğumu, benim gibi yüzlerce ceylan yavrusu olduğunu bile bile nefes aldım.

Sonra o ceylanın yanına iki ceylan yavrusu daha geldi.
Benden farklılardı.

Farkları yaşlarıydı. Av olmak için daha çok küçüklerdi.

Aslan bile önünde duran yavru ceylana dokunmaz, onu yemezken; sırtlanlar ona göz diktiler.
Avın adabını hiçe saydılar.

Kadınları hiçe saydılar.

Benim yolum onlara düştüğünde toydum. Taze filizlenmiş, açmamış bir tohumdum. Yapraklarımı kopararak açmaya zorladılar.

Yapraklarımın ilk kopuşu, o kapıda onları gördüğüm gündü.

O güne kadar, Karataş'ın beni bulduğu güne kadar, şahit olmadığım bir şeye şahit olmuştum.

Minel'in arkasından göz yaşı döken annesinin hıçkırıklarını, sessiz ağlayışlarını görüp, bir köşeye sinerken, benim yazgımın da aynısı olmasından korktum.

Ömrümün sonuna kadar annemin yüzünü görememekten ödüm koptu.

Gösterilmezdi. Buralarda bir kadın evinden alınıp nikah masasına oturtulduğu an anneye bir ceza kesilirdi.

Adabı ile gelinip istendiğinde vermediği, Karataş adetlerine uymadığı için bir daha kızını göremezdi.

Bunu yalnızca analar için değil, evlatları içinde bir ceza olduğu belliydi.

Onlara ise bu evliliğe rıza göstermediği için, kalbini adama açmadığı için  diyet ödetilirdi.

Tıpkı ayrı düşen Minel ve ondan geriye kalan yeşil bir hırkaya sarılıp ağlayan annesi gibi.

Günlerce yemek yemedi. İçmedi.
Kızının yokluğunda hayata küstü. İçine konuştu.

Bir tas  çorbaya küser oldu.

Hayat dolu gözleri soldu gitti Şevval teyzenin.

Bir annenin evladı için çektiği acıyı ilk o gün gördüm.

ZincirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin