Karaer Konağında soğuk bir tufan kopuyordu. Karataş sokaklarına yayılan ölüm ve öfkenin emareleri bu defa daha keskindi.
Birileri başarmış, bu izbe ve kan kokulu şehirde kaçmıştı. Ama hiç kimse onların şehirde çıkabildiğini akıllarına getirmiyordu. Onlar sadece Karataş'a bakıyor, bir iz arıyorlardı. Umutsuzca ve gaddarca.
Her evin kapısı çalınıyor, içeriye paldır küldür girilip içeridekiler sorgulanıyordu.
Sadece Karaer erkekleri değil, şehrin bütün aileleri sokaklarda koşturuyordu. Silahlarını patlatıyor, sordukları sorulara cevap alınmadıkça bedenler yerde can çekişiyordu.
Bu sadece Karaer Ailesinin meselesi değildi. Kaçan dört kadın diğer kadınlara umut aşılamıştı. Buradan kaçışın olmadığına zar zor ikna edilen kadınlar artık gözlerinden umut dolu yaşlar akıtıyordu.
Bu umut ışığını görenlerde sert bir şekilde yok etmeye ant içmişlerdi.
Şehrin meydanı curcuna içindeydi. Kaçışan insanlar ve onları yaşlı, çocuk ayırmaksızın sürükleye sürükleye darp ederek laf öğrenmeye çalışan silahlılar ile adeta can pazarı gibiydi.
Bağırışlar, kurşunlar duvarlara çarpıyor, olanları ifadesiz ve zifiri bakışlarla izleyen Yiğit Karaer'in kulaklarında son buluyordu.
Yiğit sağ elinde tuttuğu silahı sımsıkı kavramış ona yalvaran onlarca insanı süzüyordu. Biliyordu, arkasında iki adım kadar uzakta duran üç adam da onun gibiydi. Darmadağın ve öfkeli.
Bir yılını Erva için harcamıştı. Kendini unutmuş, Erva'ya odaklanmıştı. Her adımında geri püskürtülmüş, gururunu hiçe saymıştı. O kendini değil, Yiğit'i unutmuştu.
Tam her şey yoluna girecek, bir umut doğacak derken kardeşleri çomak sokmuş, eve getirdikleri o iki kız yüzünden Erva yine ona karşı dolmuştu.
Biliyordu, o kızlar için her şeyi yapacağını, onların o masaya oturmasına müsaade etmeyeceğini. Sırf bu yüzden Efe'yi karşısına alıp nikahı ertelemesini söylemişti. Ama Efe onu ciddiye almamış nikahta diretmişti. Yetmemiş Fatih olacak kardeşi Eda'nın yalını beklemek istememiş onunla imam nikahı kıymak istemişti.
Bunlardan sonra Erva'nın kaçacağını biliyordu. Önünü kesmek için peşine taktığı o iki adam bir halta yaramamış, kaçmışlardı.
Ama saklanamayacaklardı.
Canı pahasına, kardeşleri pahasına Erva'yı geri alacaktı. Gerekirse o iki kıza bırakacak ama karısını alacaktı.
Onun nerede olduğunu ise bu meydanda bulunan, çığlıklar atıp ağlayan insanlardan öğrenecekti.
Sağ elini havaya kaldırıp iki el ateş etti. Kurşun seslerini duyan adamlar insanları hırpalayıp soru sormayı bırakmış, ona dönmüştü.
Yiğit ağır ve güçlü adımlarla onlara yaklaştı.
"Bir kez soracağım, cevabını almadığım takdirde burada bir tek nefes alan bırakmayacağım. Anladınız mı?!"
Kalabalıktan gelen korku dolu onay sesleri ile başını hafifçe salladı.
"Karım, nerde?!"
Kalabalığın arasında altmışlı yaşların sonlarına gelmiş, yüzü gözü şiş ve kan içinde olan, saçları ağarmış bir adam ağlayarak öne çıktı. Ellerini önünde birleştirerek konuşmaya başladı.
"Kurbanın olayım, beyim. Biz karınızın yerini bilsek söylemez miyiz? Bunca acıya katlanır mıyız? Allah şahidim, bizim bir şeyden haberimiz yok."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zincir
General FictionHayat boyunca insan mutlu olacağı, rahatça güleceği bir yaşam diler. Sırtında kimsenin kamburu olmasın, boynunda bir darağacına bağlanmasın, bedeninin hiçbir yerine küflü zincir değmesin ister. Böyle mi ister? Yoksa onlar bunlarla baş başa kaldığı i...