20. bölüm

247 12 6
                                        






Yaşam rüzgarlı ve fırtınalı, güneşli ve çiçekli bir yoldur. Fırtınalar yorar, yürümeyi zorlaştırır. Pes ettirmeyi amaçlar. Düşmesini ve kalkmamasını, orada yok olup gitmesini ister. Kimisi pes eder. Buhran içinde düşer yere. Orada yaşamı ruhen yok olup gider. Kalkamaz. Güçsüzdür. Ne bedeni ne de ruhu bu savaşa karşılık verip ona meydan okuyacak kadar dirayetli değildir.

Kimisi ise inatçıdır. Güçlü olmasa bile inadına tutunur. Düşmesine izin vermez. Düşse bile ayağa kalkacak dirayeti vardır. Bedeni sağlam olmasa bile ruhu sağlamdır. Meydan okur o fırtınaya, inadını yüzüne vurur. Soğuk bütün bedenine bıçak darbesi gibi inerken, darbelere göğüs gerip onları kabullenir, kaçmaz. Çünkü o darbeler onu güçlü yapar. Unutmadığı, aklına kazıdığı darbelerle ayakta kalkar. Ayağa kalktığında düştüğü halden çok farklıdır.

Fırtına Karataş'tır. Kanatsız kuşları, bir obje olarak gördükleri kadınları, kızları, kız çocuklarını kanatmaya, kendilerine muhtaç etmek için saldıran, ona yıpratan Karataş'ın vicdansız, ataerkil toplumudur.

O fırtınada mücadele eden, bazısı yenilen, bazısı ise direnen, kadınlardır. Karataş'ta hayatta kalmaya çalışan, ruhlarını korumak isteyen kadınlar.

Erva, sağ çıktı o fırtınadan. Yara bere içinde, yok olmadan ama yok olmanın eşiğine gelerek kurtuldu. Sadece kendini kurtarmakla da kalmadı. Kader tarafından ona emanet edilmiş küçük kanatsız kuşları da çekip çıkardı.

Ama kurtulamayanlarda vardı. Ömrünü o fırtınada harcamış, ruhunu orada bırakmış bir kadın. O, fırtınadan sağ çıkamadı. Başaramadı.

Sabah güneşinin ardından  odasından  güneşin ışıklarını izlerken ömründe geride bıraktıklarını düşünüyordu. Odasının kapısı sessizce açıldı. Kulakları gelenin ayak seslerini dinleyerek gölgelere saklanmış avcısından korunan güvercinin kulakları gibi temkinliydi.

Gelen odaya girmiş kapıyı ardından kapatmış, olduğu yerde arkası dönük olan onu izliyordu.

Yutkunarak camından yansıyan, yüzünün arkasında uzakta duran sert çehreli surete baktı.

Görmemeyi dilediği ama diledikçe karşısına çıkan bu yaratığa nefesini bırakarak doğru döndü.

Kolları göğsünün üstünde birbirine dolanmıştı, sırtı dikti. Saçları omuzlarının arkasında salınırken adam ilk onlara dikkat etti.  Şüphesiz kadında en çok sevdiği saçlarıydı. Ve kızıla çalan kahve bakışları.

Kadın, kırışıklık dolu yüze baktı anlamsızca. Karşısındaki adam onun bakışlarından gözlerini çekerek odanın içindeki tek kişilik koltuğa oturduğunda, kadın ayakta dikilmeye, kızıl kahvelerini ona dikmeye devam ediyordu.

Adam koltuğa oturup bacak bacak üzerine attı. "Günlerdir neredeyse odandan hiç çıkmadın. İyi misin?"

Karaer Ailesinde bir gerçek vardı. O gerçek ki Haşmet Karaer'in kelime oyunları ve bu oyunlarla aldığı savaşlardı. Oğulları, Yiğit Karaer bile bu oyunlarla başa çıkamaz yenilgiyi kabullenirken onun bütün oyunlarını kendi aklıyla lehine çeviren biri vardı. İşte ona hiç bir kelime savaşı zarar vermez. O kişi Neriman Karaer'di.

Şimdi yine bir oyun başlatıyordu. Aklında dönen tilkileri kimsenin fark etmediğini sanırken hayat arkadaşım dediği kadın onun kumaşını çok iyi biliyordu. Ve bu şekilde oyununa oyunla karşılık veriyordu.

Neriman hafifçe nefes alıp başını salladı. " Hava pek hoşuma gitmedi. Ondan olsa gerek odamda kalmayı seçtim."

"Hava günlük güneşlik. Diğer günler olduğu gibi." dedi atmaca gibi keskin gözleriyle.

ZincirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin