Kalabalığın dört bir yana yayıldığı bu şehirde, kimi insanlar huzuru içlerinde yaşıyor, kimileri yalnızlığın pençesinde hayatını sorguluyor, kimileri geçmişlerini arıyordu.
Bütün bu kalabalık duyguların hakim olduğu şehirde bir aile suskunluk ve ip ucunda beklerken bir aile curcuna ve telaşın ortasındaydı.
Hareketliydi Karaer evi. Hareketli ve çaresiz.
Saldırıya uğramış bir sırtlan sürüsüydüler. Nereden geldiği belli olmayan bu saldırıyı hem anlamaya çalışıyor hemde kurtulmaya çabalıyorlardı.Tek bir saldırı olduğunu düşündüler. Ama iki saldırı birden olduğunu ikinci haberi almadan öğrenemeyeceklerdi.
Polis arabasının sirenleri evlerinin içine girmeden tam on dakika öncesiydi.
Haşmet Karaer evlerinin bahçesindeki çardakta sade kahvesini yudumlarken etrafındaki sandalyelere dizilmiş erkekleri süzüyordu.
Dört erkek vardı yanında.
Üçü kendi kanından canından oğullarıydı. Yaptıkları her şeyi mübah olarak gören, dünya üzerindeki her şeyin onun evlatlarına bir hediye olduğunu savunuyordu.Diğer bir kişi ise yeğeni Orkun Karaer'di.
Babasıyla aralarında olan soğukluğa rağmen severdi yeğenini. Oğulları kadar olmasa da...Bu dört erkeğin, kendi de dahil cinsiyeti gereği güçlü bellerdi.
Her istediğini yapma hakları olduğunu, her kuşun etini tadabileceklerini onlara ezberletirdi.
Böyle büyüdü Karaer erkekleri.
Kim bilir, belki de o dört kadının hayatlarında bu denli acı çekmesinin nedeni Haşmet Karaer'di.O ve zihniyeti.
Fincanı tabağa yerleştirip ellerini kucağında birleştirdi.
Arsız bir gülümseme ile rahat duran ama aşkında rahat olmayan büyük oğluna baktı.
"Hayırdır? Planın pek istediğin gibi gitmiyor anlaşılan."
Yiğit önce dinledi adamı. Düşündü dediklerini.
Sonra ukalaca gülümsedi."Yok öyle bir şey. Sönmez avucumun içinde."
Haşmet acıyarak baktı oğluna. Bir aptala bakar gibi inceledi.
"Şu zamana kadar size pirinç tanesi kadar bir şey öğretememişim. Yazık. Oğlum, Erva'yı istiyorsan Sönmez'i değil Alev denen o kadını avucuna alacaksın. Karını bırakmayan o!" dedi asabi bir sesle, öne doğru eğilerek.
Oğlunun sert bakışları üzerine dönünce arkasına yaslandı, gözlerinin ondan çekmeden.
Baba oğulun açtığı göz savaşını hırçın bir ses bozdu.
"Çok affedersiniz ama merak ettiğim bir şey var. Neden bir tek yengem hakkında konuşuyoruz."
Efe dirseğini masaya koyarak babasına baktı. "Benim evleneceğim kadın ortada yok! Orkun ağabeyimin karısı yok! Fatih'in sevdiği kız yok! Neden bir Erva!"
Yiğit nefesini tutarak gözlerini yumduğunda Haşmet gözlerini kısarak baktı konuşan oğluna.
"Gerçekten öğretememişim."
Başını iki yana sallayarak nefes verdiğinde nefes aldı.
"Oğlum, baş nereye, gövde oraya. Erva gelirse kızlar gelir. Erva o inadıyla o kızların yakınlarına yaklaşmanıza izin verir mi sanıyorsun sen?"
"Öyleyse bir an önce bir şey yap amca. Erva'yı al. Bana da karımı ver. Benim sabrım kalmadı! Kaç gece oldu. Ve ben yastığa tek başıma baş koyuyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zincir
Ficção GeralHayat boyunca insan mutlu olacağı, rahatça güleceği bir yaşam diler. Sırtında kimsenin kamburu olmasın, boynunda bir darağacına bağlanmasın, bedeninin hiçbir yerine küflü zincir değmesin ister. Böyle mi ister? Yoksa onlar bunlarla baş başa kaldığı i...