iki

4.7K 341 120
                                    


saniye çizgisinin akrep ve yelkovan arasında gidişi ve gelişi.

eren için geç uyanmak, erken uyanmaktan daha zordu ve o an, son zamanlarda yaşamış olduğu en büyük uyuyakalışların arasında sınava yetişmekle yüzleşiyordu. montunu çıkaracak vakti olmayacağını bildiği için en başında montunu giymek yerine yanında taşımayı seçmişti. aynı şekilde telefonunu henüz binaya gelmeden önce el yordamıyla kapatmış ve bu küçük aksaklıkların vaktini çalmasına izin vermemişti. amfinin önüne geldiğinde içinden saydığı saniyelere göre tam on sekiz saniye gecikmiş olmalıydı. kapıyı açtı, içeri girdi, kürsüdeki asistanla göz göze geldi. yalnızca birkaç saniyelik geç kalmışlığın ona nasıl bir yan etkiyle geri döneceğini bilmediği için kendisini tedirgin, stresli ve korku dolu hislerinin arasından çıkaramıyordu.

hiçbir şey demeden sıraya ilerledi. oturdu. asistan, kürsü, tahtada henüz başlatılmamış süre, kürsüdeki kadınla son göz göze geliş, sınav kâğıdına birkaç dakikalık bir süreç içerisinde yazmış olduğu ismi; saat on ikiyi otuz iki geçe montu dizinden yere düştü. çıkan sesle gözlerini sıkıca kapattığında sınavlardan, yaratılan sessizlikten dolayı nefret ettiğini düşündü. gergin ve ürkütücü bir alan, en az gürültü kadar sessizlik de eren'i rahatsız ediyordu.

sınav onun için korkunç geçmişti. bilsin ya da bilmesin, cevapladığı hiçbir sorudan emin değildi. doğrusu matematik veya diğer hesaplama işleriyle arası pek de kötü değildi ancak zaten eren için dersler, içinde bulunduğu moral ve gerginlik seviyesine göre zorlaşırdı. iyi hissediyorsa iyi yapardı, kötü hissediyorsa kötü.

amfiden son çıkan ya da ilk çıkan olmak istemiyordu, aralardan geçip sıkışmak da istemiyordu. sadece oluşan kalabalığın biraz dağılmasını ve birkaç kişiyle beraber çıkmayı bekledi. kimseyle göz göze gelmemek için gözlerini insanların ilerleyen adımlarına çevirmiş, istemsizce titreyen elini diğer elinin arasına almış, yalnızca bekliyordu. tırnaklarını birbirine bastırdı; işaret parmağını işaret parmağına, baş parmağını baş parmağına. titrek dizinin ne zamandır durmadığının kendisi bile farkında değildi. eren, yalnızca bekliyordu.

yavaşça dağılan kalabalıkla ayağa kalktı. önce montunu giydi, sonra montunun cebinden kulaklığını çıkardı. çantasını iki omuzuna alırken yanında duran bedenle başını yukarı kaldırdı. farkında bile olmadan nefesini tuttu ve karşısındaki kıza baktı. insanlarla konuşmak gerçekten çok zordu ve eren o sırada yağmur'un çok da iyi bir niyetle yanına gelmediğinin farkındaydı. "selam." konuşurken yağmur'un yüzünde sakin bir ifade vardı.

eliyle çantasının kolunu sıktı. "selam." demeden hemen önce yutkunmuştu. o sırada ciddi bir konuşmayı kaldıracak durumda asla değildi fakat eren hayır demesini bilmeyen biriydi. yalnızca yağmur'un konuyu nasıl açacağını tahmin edip ona göre davranabilirdi.

"işin var mı?" elini sıradaki telefona uzatıp, eren'in telefonu almasına yardım etti. "biraz konuşmak istiyorum."

telefonunu eline alırken "ne hakkında?" diye sordu.

"geçen hafta annenle konuştuk." eren nabzının hızlandığını hissetti. "belki bir kahve içebiliriz diye düşündüm."

"aslında," yağmur, eren'le aynı sokakta kalıyordu. yani, üniversiteye girmeden önce de aynı yerde yaşadıkları için aileleri arasında küçük bir samimiyet vardı ve bazen eren'in annesi, eren'in bakıcısı gibi yağmur'u kullanıyordu. "...bugün biraz işim var."

"ne işi?" diye sordu yağmur aynı sakinlikle.

"yani," dedi gergin bir şekilde gülümseyerek. "...nasıl anlatabilirim bilmiyorum." yalan söyleme işini istediği zaman çok iyi beceriyordu ancak o sırada kafası o kadar doluydu ki yağmur'dan konuyu kapatmasını bekledi. yağmur konuyu kapatma konusunda herhangi bir şey yapmadığında ufak bir yüz ifadesiyle uydurduğu durumu anlamasını bekledi.

apoptozHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin