on dokuz

1.5K 142 48
                                    




korkular ve çoğu zaman, çok daha fazlası; hayat, eren için korkular ve onlardan türeyen başka korkulardan oluşurken umut, ona bir çıkış yolu olduğunu gösterebilen tek kişiydi. onunlayken insanlardan, konuşmalardan, seslerden, sessizlikten, ışıklardan, karanlıktan, yansımalardan, gölgelerden ve diğer birçok şeyden korkmuyordu eren. korkuyorsa bile o an heyecanı daha ağır basıyor ve çoğu korkusunu zihninde, bir köşeye itiyor ve onların tek tek üzerine çıkaran, tavanarasındaki pencereden dışarıyı izliyordu. yıldızlar ve ay ışığından arta kalan birkaç parça bulut; eren için umut, ürküntülerin arasında ona gülümseyen sıcak bir alev gibiydi. dokunuyor ama onu yakmıyor, hafifçe ılımış bir çay bardağı gibi güvenli, evinde ve tüm streslerden uzak.

dudakları, onun üst dudağını nazikçe sararken kapanmış göz kapakları titriyor, lavaboya yaslanmış elleri bedenini ayakta tutmak için çabalıyordu. umut rüya gibiydi, gerçek olamayacak güzel ve bazen eren, hiçbir şeyden değil, umut'tan korkuyordu. uyanma ve onu, gün yeniden doğduğunda kaybetme düşüncesi bazen bedeninin her bir zerresini sarıyor, eren'in uykudan nefret etmesine yol açıyordu. hayatı boyunca sarıldığı uyku böyle zamanlarda ona bir düşman gibi geliyor ve eren'i en iyi arkadaşından ayırıyordu.

birleşmiş dudaklarını nefesiyle kesip "eren," diye fısıldarken göz kapaklarını hafifçe aralamıştı umut. "...derse gitmem gerekiyor." kapanmış tuvalet lambasının geride bıraktığı karanlığın arasında eren, onun yüz hatlarını ancak seçebiliyor, geriye kalan gölgeleri ise ezberlemiş olduğu yüzünün zihnindeki yansımasıyla tamamlıyordu. parmak uçlarını çenesine çıkarıp nazikçe yeni çıkmakta olan sakallarını okşadığında umut, yeniden onun yüzüne uzanmış ve dudaklarını birleştirmişti.

dakikalarca, birinin içeriye girme ihtimali içine işlemeden onu öptü umut. eren'i öperken aslında kendisinin de ne çok şeyden korktuğunu fark ediyordu o da. eren'i korkutmak, eren'i bırakmak ve en kötüsü, eren'e âşık olmak; bu ihtimal, eren'in ona âşık olma ihtimalinden daha korkutucuydu umut için zira ona âşık olursa, umut'u hayata bağlayacak yeni bir sebep doğardı. umut, hayata daha fazla bağlanmak istemiyordu. yalnızca son zamanlarını hiçbir şeyi düşünmeden geçirmek ve daha önce hiç doğmamış gibi dünyadan uzaklaşmak istiyordu fakat eren, yıllardır planladığı her bir satırın üzerini çiziyordu. eren'e âşık olursa geride yalnızca eren'i değil, kendisini de bırakacaktı ve eren bu konuda ona hiç yardımcı olmuyordu.

gürültüsüz koridorda adım sesleri yankılanmaya başladığında umut, korkuyla geri çekildi. birine yakalanmaktan değil, eren'in birine yakalanmasından korkuyordu. yüzünde tuhaf bir ifadeyle duvara yaslandığında tuvalet kapısı açılmış ve içeri ikisinin de tanımadığı biri girmişti.  giren kişiyle göz göze bile gelmediler fakat bu bile eren'in nefesinin duraksamasına sebep olmuştu. eren, toplum tarafından normal statüsünde olan korkulara sahip bir çocuk değildi. bazen yalnızca çenesinin altında bir yara olan bir adamdan korkuyor, bazense yalnızca birini öptükten sonra içeri giren herhangi bir erkekten. buna o dahil kimse karar veremiyordu ve umut için en zoru buydu; istese de hiçbir şeyi tam anlamıyla değiştiremiyordu.

içeri giren çocuk kabinlerden birine ilerlerken telefonuna bakıyordu. kabin sesi tuvalette yankılandığında eren, umut'la göz göze gelmişti. umut'un yüzüne sakin bir gülümseme oturduğunda ise eren, nihayet nefesini verebilmişti. basit bir gülümseme ve korkularının arasında, pencereden gördüğü tek yıldızlık bir gökyüzü. umut, yıllardır içtiği onca ilaçtan sonra eren'in, tedaviye olan bakış açısını ilk defa değiştirmişti.

birkaç saniye konuşmadılar, içerideki çocuktan da hiçbir ses gelmedi. yalnızca o birkaç saniyenin sonunda, kabinin içinden rastgele video ve kısık müzik sesleri gelmeye başladığında eren kendisini tutamayarak gülümsemişti. istemsizce ona yaklaştı ayakları ve burunları birbirine değdi. eren, birini öpmeyi bilmiyordu ve aşamadığı korkulardan biri de belki de buydu. umut ise onu çok iyi anlayabiliyordu çünkü her defasında, burunları birbirine her değdiğinde gecikmeden onu öpüyordu, tıpkı o anki gibi. küçük bir öpücükten sonra ise umut geri çekildi ve fısıltıyla "gitmem lazım." dedi.

apoptozHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin