eren, doğru ya da yanlışın ne olduğunu tam olarak kestiremiyordu. hayatında herhangi bir kesinlik olmadığı gibi doğrunun da tam bir açıklaması yoktu onun için ve umut'la beraber uyumak skalanın hangi tarafında kalıyordu bilmiyordu. yalnızca, gözleri kapalı ve saf bir yüzle uyuyan umut, eren'in hatice'yi daha çok kıskanmasına sebep oldu. defalarca fotoğrafını çekmek istese de korkuları buna izin vermedi, bu kararsızlığın içinde ise eren, yalnızca onu izlemekle yetindi ve emin olmadığı diğer şey bu hissin ne olduğuydu.
eren, reşit bir 'çocuk'tu. yaşanmışlığı olmadığı gibi hissettiği duygular da çok azdı ve umut, ona yabancı hissettiriyordu. yeniden açılmış boş bir sayfa gibiydi eren ve bu defter, bomboştu. her yaprağı el değmemiş, henüz basımdan yeni çıkmış bir defter. bir kapağı bile yok, yalnızca sepya bir kartondan defter. sayfa çizgileri yok; bomboş. umut ise aslında o boş defteri okuyabiliyordu. her sayfasını, satır satır. çizgiler, kareler, karalamalar... yazılıp silinmiş bir defter, bomboş geliyordu işte eren'e ancak yalnızca silgi izleri vardı. unuttuğu ve vazgeçtiği her şey aslında kalemin baskısıyla kazınmıştı beyazlıklara ve umut, bir defter ışığa nasıl tutulur biliyordu. eren'e en tuhaf hissettiren şey ise kendi izlerini bırakıyordu umut o kâğıtlarda. yeni cümleler, yeni anlam hataları ve yeni eskizler; bu duygu da tüm bu adımların dışavurumuydu aslında. daha önce aşka dair herhangi bir sayfası dolmamış bu defterde eren, alfabesini çözemediği bir paragrafı okumaya çalışıyordu.
nasıl konuşulması gerektiğini ve hangi tepkilerin doğru olduğunu bilmiyordu eren. bu yüzden hayatı boyunca hep tepkisiz kalmıştı. nasılsın'a yanıt veremeyen bir çocuk olarak umut'la karşılaşmak, hayatının en karmaşık durumuydu çünkü artık kafasında bile bir cümle hâline getiremediği kelimeleri sesli olarak kullanabiliyordu. düşünmeden, korkmadan ve en önemlisi, hissetmeden konuşmak; yeni bir sayfa ve yeni bir satır. artık eren umut'la tanışmaktan değil, umut'u kaybetmekten korkuyordu çünkü artık yırtıp atacak bir sayfa kalmamıştı defterinde.
hatice; hatice ile eren, ilk defa korku dışında rahatsız edici bir hissi tatmıştı. hayatının hiçbir evresinde kıskançlık duygusunu kullanmamış eren için bu korkunç bir tecrübeydi. ortada bir tatlı vardı, eren bunun tadını bile bilmiyordu ve o tatlıyı yiyen hep başka biri vardı. aynı kişi, her gün, gözlerinin önünde, aynı tabakla; kıskançlık, eren'in öğrendiği yeni bir yetenek aslında fakat nasıl kullanacağını bilmiyor.
tüm bunların arasında aslında umut onun evinden gideli yaklaşık beş saat olmuştu ve hiç de sağlıklı bir birey olmayarak eren, beş saattir aralıksız aynı tavanı izliyordu. umut'u uyurken izlemek, umut'un giyinişini izlemek, umut'un yataktan kalkışı, umut'un kapıdan çıkışı, umut'un rüya görüşü, umut'un titreyen kirpikleri, umut'un minik mırıldanışı... hatice, tüm bunları izleme şansına nasıl sahip olabilirdi ki? her titrediğinde kirpiklerinden öpme, uyurken yanına sokulup ona sarılma, kapıdan çıkarken son bir öpücüğü dudaklarına kondurma şansı nasıl bir his olabilirdi?
beş saatin sonunda eren, saatin 1'e geldiğini fark etti ve dersine yetişmek için ayağa kalktı. o kadar sağlıksız bir biçimde seviyordu ki umut'u, yattığı yerin bozulmaması için yatağın en kenarına uzanmıştı ve yüksek ihtimalle uzun bir süre yorganı bile kaldırmayacaktı. aşkı öğrendiği yaşın bu denli geç olması belki de durumu kötüleştiriyordu; üç yaşında bir çocuk, yatağın köşesine sinse daha az göze batardı. en büyük sorun ise eren'in, tüm bunların farkında olmasıydı.
hazırlandı ve sürenin nasıl geçtiğini kendisi bile anlamadı. düşünceler kafasında karman çormandı, her cümlenin arkasından farklı bir 'ama' çıkıyordu ve kendisiyle olan bu diyalogunda doğruyu ve yanlışı ayırt edemiyordu, her zamanki gibi. ev terliklerini çıkarıp kapı pervazına bastığında düşüncelerini de kapının arkasında bırakabilmeyi çok isterdi.