umut, yemeğini yerken ilk defa bu kadar sinirliydi. "sen niye içiyorsun amına koyayım?" derken eren'e bakmıyordu. "sana bunun getireceği zararı düşünemiyor musun?"
eren sakince yemeğini karıştırdı. "sen de içtin."
"ben geri zekalıyım çünkü, salağım ben. sen salak mısın?"
"denemek istedim."
"bunun bağımlı edebileceğinin farkında mısın sen?"
kaşlarını çatarak umut'a baktı. "sen değilsin."
"benimle karşılaştırma." dediğinde yemeğine biraz daha tuz döküyordu. "kullandığın ilaçların biraz farkında ol sadece. alkol ve sigaradan ne kadar uzak durman gerektiği konusunda sana uzun uzun nasihatler vermek istemiyorum."
"zorunda değilsin zaten."
"eren," elinde tuzlukla ona baktı. "...sen salak değilsin. orada hatice'yi reddedebilirdin."
"reddetmedim işte."
"bak," dediğinde elinde tuzluğu döndürüyordu. "...benim sevgilim bir embesil. onun beyni çalışmıyor, senin de mi çalışmıyor amına koyayım?"
"ya gerçekten," dedi gülerek. "...bu şu an bu kadar tartışmamız gereken bir konu mu?"
"aptal amına koyayım ya," dediğinde tuzluğu masaya bırakmıştı. "...neden her gördüğü kişiyi sigaraya başlatmaya çalışıyor?"
"şu an daha çok hatice'ye mi sinirlisin?"
"genel." dediğinde ona bakmıyordu. "bazen bu kadar aptal olmasına katlanamıyorum."
"onun hakkında gerçekten böyle mi düşünüyorsun?"
"gerçekten hatice'yi çok seviyorum," sesi kısıktı. "...ama aptal olmasına katlanamıyorum."
"ne anlamda bir sevgi olduğundan emin misin?"
umut, beş saniye kadar sustu. derin bir nefes verirken "kütüphaneye gitmem gerekiyor." diye cevapladı onu.
"benim de eve."
sakince ona döndü. tuhaf bir yüzle yanağını ısırdığında "benimle kütüphaneye gelmek ister misin?" diye sordu.
netçe "hayır." dedi eren.
"kahve ısmarlarım."
hafifçe kaşlarını çattı. "kütüphanede kahve zaten 7 lira."
"otomat kahvesinden bahsetmiyorum."
"teşekkürler, umut."
"yanında ders çalışabileceğin bir şeyler var mı?"
"evde çalışacağım."
"hadi," dedi ona eğilerek. "...bugün kütüphanede çalış." daha önce aynı hareketlerde bulunduğunda eren'i kalabalık bir arkadaş grubunun kampüs dışındaki bir kafede oturuşuna ikna etmişti ancak eren, buna ikna olmamak için direnmeyi seçti. kütüphane onun için korkunç bir yerdi ve henüz bunu normalleştirebilecek düzeyde hissetmiyordu kendisini.
"kütüphaneyi sevmiyorum."
"o zaman," doğrusu bu kadar çabuk vazgeçeceğini düşünmemişti. "...daha az kalabalık ve gerici bir yet seçelim."
"evde çalışacağım."
"kafeterya nasıl?"
"umut."
"kafeterya gayet güzel. üstelik gerici bile değil."
"neyin gerici olduğuna karar verebiliyor olman muhteşem."
"gayet veriyorum," derken gururla kaşlarını kaldırmıştı. "...güvensiz hissettiğin anda benimle konuşabilirsin."
"bu cümleyi bu kadar idolleştirebileceğini düşünmemiştim."
"kafeterya dışında bir fikir sunmak ister misin?"
"ev."
"batıkent'e gelmek istemiyorum." eren ona boş boş bakınca "şaka." dedi. "aklımda bile değil."
"gerici bir insansın."
"bölüm kantinlerinden birine de gidebiliriz."
"bence birkaç kez daha eve gideceğim diyeceğim ve ikna olacaksın."
"sanmıyorum." kasedeki yoğurttan biraz daha alıp pilavının üzerine koydu. "bu arada," derken pilavı karıştırıyordu. "...takım tutman beni şaşırttı."
"bence o kadar gay durmuyorum."
"eren akyol bazı pozisyonlarda fazla gay duruyor."
"bunu taciz olarak algılamamam için beni ikna et."
"şaka."
"korkunçsun."
"fenerbahçe konusunda doğru mu söylüyordun peki?"
"babam fenerbahçeli."
"sen?"
"doğal olarak."
"ilk defa ben istemeden bana ailen hakkında bilgi verdin." eren, çatalını bırakıp ona baktı. "tamam, sadece ilerleme var diye söyledim. yemeğe geri döner misin?" eren geri dönmediğinde umut, derin bir nefes verdi. "unuttum bile."
"sana verdiğim her bir bilgi için gece yirmi dakika geç uyuyorum."
"toplamda birkaç saat ediyor."
"hemen hemen."
"sosyalleşmek konusunda ilerledik," pilavı bittiği için yoğurdunu kaşıklamaya başlamıştı. "...bence güvensizliği de optimum düzeye getirebiliriz."
"kesinlikle ilerledik ya," dediğinde gülmüştü. "...bugün turnikeye kart okuturken ilk defa görevliyle göz göze geldim."
"bence gayet büyük bir başarı. bir sonraki seviye 'kolay gelsin' diyebilmek."
"haklısın."
"o zaman," ikisinin de yemeğinin bittiğini görüp yerden çantasını aldı. "...kafeteryaya geçiyoruz."
"neden beni zorluyorsun?"
"zorlamadan ilerleme kaydedebiliyor muyuz?"
"umut, tekrar söylüyorum." derken sessizdi. "sen psikologum değilsin."
"bence iyi bir psikolog olsaydım seni zorlamazdım."
"bunun çok da doğru olmadığının farkındasın yani?"
"doğru değil demeyelim de," gözlerini kısarak başka bir yere baktı. "...daha riskli diyelim."
"neden bunu yapıyoruz peki?"
"güvensiz hissettiğinde ben buradayım?"
"tam olarak hangi katkınla?"
"bir şey yok, boş ver, siktir et gibi teselliler verebiliyorum."
istemsizce güldü. "bazen sinirimi bozuyorsun."
"çalışacak eşyan var mı? ben mesela bilgisayarsız çalışamam."
derin bir nefes verdi. kendisi de çantasını yerden aldığında sıkkın bir sesle "var, umut." demişti.
"çok iyi." ayağa kalkıp tepsiyi masadan almadan önce omuzundaki çantayı düzeltmişti.
birkaç dakika içinde tabakları teslim edip yemekhaneden çıktıklarında ise umut, dayanamayarak eren'in yanaklarını sıkmış ve ona yaklaşarak "az neşelen." demişti.