eren, tek başına yemekhaneye gelmekten nefret ediyordu.
kartını basıp turnikeden geçtikten sonra el titremesi artmıştı. gerçekten yemekhaneden ayrı, yemekhaneye gelmekten ayrı, yemekhanede tek olmaktan ayrı nefret ediyordu. kalabalık ortamlarda tek başına olmak onu o kadar kötü etkiliyordu bazen kendisini iki adım ötedeki tuvalete kilitleyip saatlerce ağlamak istiyordu. böyle basit şeylerden dahi bu kadar etkileniyor olmak kendisine olan saygısını azaltıyordu. sakince tabildotu eline aldı ve dışarıya ne hissettiğini belli etmemek için plastik tabildotu sıktı. yemeği tabildota dolana dek nefesini dudaklarının arasından alıp verdi. birkaç saniye sonra ise işin en zor kısmındaydı, yer seçmek.
abartılı bir öz güvensizlikle en arkaya gitti. dolu bir masanın dört kişilik boş sandalyelerinden birine, en köşedekine geçti. çantasını yanındaki sandalyeye koyduktan sonra oturuşunu düzeltti ve yemeğini yemeye başladı. birkaç dakika boyunca aralıksız yemeğini izleyerek bu yeme sürecini devam ettirdikten sonra telefonunu çıkardı. biraz telefonuyla oyalandı, arada bir yapacak bir şeyi olmadığı için boş ekranı seyretti.
açıkçası bunu beklemiyor değildi ancak karşısına bir başka tabildot geldiğinde şaşırmıştı. yine bekleyerek, umut'un karşısına oturuşunu seyretti. umut'u daha önce çokça yemekhanede görmüştü ve bunun bir rastlantı olmadığının farkındaydı. onu görmezden gelmeyeceğinin de farkındaydı ancak yine de şaşırmıştı işte. "merhaba." diye ona seslenen umutun neşeli cümlesi, tamamen karamsar olan eren'in tam tersiydi.
eliyle kaşığını sıkarken "merhaba." dedi. pilav, vejetaryen bezelye, mercimek çorbası ve bütün elma. neden vejetaryen aldığını bilmiyordu umut'un fakat bunun üzerine çok düşünmemeyi seçti.
"rahatsız ediyor muyum?"
"hayır."
umut sakince karşısına yerleşti. üzerinde pastel mavi bir sweatshirt vardı, altında ise koyu kahve bir kargo pantolon. sarı saçları dağınık, yüzündeki çiller her zamanki gibi. ayakkabılarını görememişti ancak çoraplarının her zamanki gibi desenli bir şeyler olduğundan emindi. son günlerde oldukça umut'u inceleme zamanı olduğu için kendisinden utandı eren.
"ne yapıyorsun?" diye sordu umut yemeğine tuz dökerken. gözleri ona bakmıyordu.
farkında olmadığı ve dışarıdan kolay kolay anlaşılmayacak bir titreklikle "yemek yiyorum?" dedi.
"evet," dedi umut gülerek. "...başka?"
"dersten çıktım," pilavına döktüğü bezelyeyi karıştırdı. "...birazdan yine derse gireceğim."
"hangi ders?"
"biyoloji."
"düz biyoloji?"
"düz biyoloji."
"anladım." dedi masada bulunan suyu bardağına doldururken. "ben de matematik dersine gireceğim."
"düz matematik?"
"düz matematik."
"umut." dedi eren kendisini tutamayarak. "bir şey sorabilir miyim?"
"evet." eren bir şey demek için dudaklarını araladığında umut "neden terapiye gittiğimi mi soracaksın?" diyerek kesti sözünü.
eren yutkundu ve birkaç saniye duraksadı. "bipolar olup olmadığını soracaktım."
"değilim."
"neden gidiyorsun?"
"neden bu kadar merak ediyorsun?"
"dışarıdan hiç sorunlu birine benzemiyorsun."
"terapi için sorunlu mu olmam gerekiyor?"
