Fransa'da doğup küçük yaşta babaları ile İngiltere topraklarına yerleşen üç kardeş; Aceline, Leonardo ve Anna Brunella.
.
Eric Brunella, İngiltere Kralı üzerinde saygın bir hâkimiyet kurmuş başarılı bir adamdır. Geleceğe dönük planlarından biri ise...
"-Asla kırık tacını takmayacağım, bu alaca karanlıkta nasıl merhametten söz edebilirsin?"
♠️
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Fransa - 1511
Güneş bütün ağırlığı ile yeşil tepeden aşağı doğru batarken, Brunella ailesinin büyük ve ihtişamlı evinin bahçesindeki yaşlı çınarın yaprakları yanıyor gibi görünüyordu. Giderek kararmakta olan havaya aldırmadan çınarın etrafında oynayan Leonardo ve Anna, dadılarının sözlerini dinlemeksizin koşmaya devam ediyorlardı.
Anna, Brunella kardeşlerin en küçüğüydü. Henüz dört yaşında olmasına rağmen şimdiden karakteri şekillenmeye başlamıştı bile; tatlı ve masum görüntüsünün altında yaramazlık yapmayı seven, sivri dilli bir kızdı. Annesinden veya babasından istediği fakat alamadığı bir şey olduğunda önce dudaklarını büzerek tatlılık ile ister ardından da mavi gözlerini kısarak kendince küçük tehditler ederdi. Özellikle siyah buklelerini savurarak omzunun arkasına atıp, topuğunu da sertçe yere vurdu mu, herkes bilirdi ki; Anna Brunella bir şeye sinirlenmişti. Annesi ile yakından uzaktan benzerliği olmayan Anna, hem davranış hem de görünüş yönünden tıpkı babası gibiydi. Sabırsız ve inatçı yönünü de kesinlikle babasından almıştı.
Leonardo ise dört Brunella kardeşin üçüncüsü ve ailenin tek erkek çocuğuydu. Dalgalı, kahverengi saçları ve ela gözleri sayesinde ileride ne kadar yakışıklı olacağını konuşmayan kalmamıştı. Babasının hediye ettiği küçük kılıç ile oynamayı sever, neredeyse bütün gününü at sürerek geçirirdi. Bu yıl sekizinci yaşına basmıştı ve Brunella'ların tek erkek çocuğu olmasının verdiği yükler yavaş yavaş omuzlarına biniyordu. Babasının ayarladığı diplomasi ve hukuk dersleri bir yana, annesinin zorla öğretmeye çalıştığı saray adabı dersleri bir yanaydı. Gün boyunca özgür olduğu ve çocuk gibi hissedip davranabildiği tek zaman aralığı kız kardeşleri ile geçirdiği zamanlardı. Özellikle küçük kız kardeşi Anna ile vakit geçirir, onunla oyun oynamayı çok severdi. Bütün kardeşlerini eşit sevse de, Anna'nın yeri onun için her zaman ayrıydı ve her zaman da ayrı olacaktı.
Aceline belki de kardeşleri arasında en uysal ve sessiz olanıydı. İkinci çocuk olmasının getirdiği avantajlar kadar zorluklar da vardı. Birkaç hafta sonra on yaşına girecekti ve bu nedenle saray eğitimlerini hiç aksatmıyor ve bir gün ablası gibi Fransa Sarayı'na gireceği günü hayal ediyordu. Altın gibi parlayan ipeksi sarı saçları vardı ve herkes ondan annesinin küçük kopyası diye bahsederdi. İleride nefes kesici bir güzelliğe sahip olacağından kimsenin şüphesi yoktu. Babası ile pek yakın değildi, öyle ki babası ikinci çocuğunun da kız olduğunu öğrendiğinde hayal kırıklığı yaşamış ve bunu da çekinmeden göstermişti. Aceline da annesi ile yakınlaşmış ve zamanının çoğunu annesi ile geçirmeye başlamıştı. Yine de babasını sever ve ona asla saygısızlık etmezdi. Çünkü Brunella ailesinin ünlü mottolarından biri de, ne olursa olsun, aileyi her zaman en ön plana koymaktı.