YANGIN

29 2 0
                                    

Ege erkenden uyanmış, kahvaltılık bir şeyler hazırlamaya başlamıştı. Geceden yanan ateşi güçlendirmiş, küçük bir masa kuruyordu. Buse'nin getirdiklerini yerleştirirken, "Tüm ormanı besleyecek herhalde." diye söylenmişti.

BUSE — Kimle konuşuyorsun sen orada bakayım?
EGE — Günaydın. Hiç öyle ne güzel şeyler getirdiğinden kendimi kaybetmişim. Harika gözüküyorlar.

Buse çadırdan çıkıp gerinmiş derin derin nefes alıyordu. Biraz geriye gidip, birkaç saat önceki manzarayı güneşin yeni doğmuş haliyle de izlemek istemişti. Ege yanına yaklaşmış ve ona eşlik ediyordu.

EGE — Burası günün her saati güzel. Gün doğumu ve gün batımı tabi ki biraz daha güzel. Beni takip et.
BUSE — Yine nereye götürüyorsun beni acaba.
EGE — Yaklaştıkça anlarsın zaten.
BUSE — Neden bu gizem, söyle işte gidince de görürüz.
EGE — Bastığın yere dikkat et sadece.
BUSE — Pekâlâ, pekâlâ dere falan mı var orada.

Buse birkaç ağaç daha geçtikten sonra bir dere değil bir şelalenin sesi olduğunu anlamıştı. Ege ondan önce ulaşmış ve suda yansımasını görmüştü. Bir an için o ana gitmiş ve dengesini kaybeder gibi olmuştu. O sendeleyişten sonra kendine gelip hiç şaşırmamış gibi elini yüzünü yıkıyordu. Buse ise hayranlıkla etrafını izliyordu. Beklemediği bir anda Ege ona su sıçrattı. Biraz serzeniş biraz gülüşme eşliğinde o anın tadı çıkartıldı. Ege güneşin iyice yükselmesiyle aydınlanan ortamda Fotoğraflar çekiyordu. Ege artık o anda takılı kalmayıp, süreyi de oldukça kısaltmaya başlamıştı. Rüyalarında daha az görüyor, kendini daha iyi hissediyordu. Nispeten arkadaşları ve Mocha'nın bunda payı yüksekti. Buse'de o serin ve temiz suyla tenini buluşturmuştu. Ege yanında getirdiği matarayı doldurup dönüş yolunu tuttuğunda Buse karşı çıkmaya çalışmıştı.

EGE — Benim evde bekleyenim var ve zaman hızla akıyor. Fotoğraf paylaşmamda sakınca var mı?
BUSE — Yüzüm çıkmasın birde etiket atma. Gebertirim seni.
EGE — Gayet de güzel gözüküyorsun ne varsa sanki...
BUSE — Sen benim dediğimi yap boş ver güzelliğimi, anlamazsın. Buranın adı ne bu arada?
EGE — Senin istediğin gibi olsun. Şaka değil ama "Ece şelalesi" burası. Bir şeyler atıştırırız, sohbet ederiz, kalanlardan şelaleye yakın bir yere yiyecek bırakırız, ardından seni eve bırakırım. Bugün gündem yoğun. Belki seni tekrar bir yere davet edebilirim tetikte ol.
BUSE — Şakadır herhalde. Yahu daha bu buluşmamız sonlanmadan başkasına yer yapıyorsun, sen nasıl bir şeysin böyle.
EGE — Vallahi bak gerçek. Az konuşuyorsun ve bunun yüzde yetmişi şikâyetten oluşuyor. Bırak kendini, teslim ol, anı yaşa nedir bu sorgulama hevesi .
BUSE — Her şeye de cevabın var.
EGE — Yoksa nasıl İzmir'in en iyi psikologlarından olabilirdim bir düşün?
BUSE — Mütevaziliğiniz gözlerimi yaşartıyor Ege Bey, tamam bakarız. Hele bir gün başlasın. Akışa geçelim.

Manzara karşısında hazırladıklarından yerken gecenin devamı yine gündeme gelmişti.

BUSE — O kadar şey dönüp duruyor ki kafamda bunları açıklığa kavuşturmamız lazım artık.
EGE — Geldik o malum şarkıya arkadaşlar.
BUSE — O ne demekse artık.
EGE — Şarkı sözü aman boş ver. En son arayacaktım. Doğru hatırlıyorum değil mi?
BUSE — Evet hesaplaşma vakti!
EGE — Alo dedikten sonra şöyle gelişti diyalog:


EGE — Ne haber gerçek adını bilmediğim.
ECE — Ne demek istiyorsun, nasıl bilmiyorsun ben Ece yanlış mı aradın ne yaptın?
EGE — Adının Ece olmadığını biliyorum artık. Artık beni bu kadar aptal yerine koymayı bıraksan ve konuşsak mı lütfen?

Ege gayet sakindi o andaki gibi.

EGE — Sonra ise sesi çıkmadı, telefonu da kapatmadı, ağladığını duydum. Sonra telefonu kapattı. Tekrar aramadım. Mesaj atmadım. Hayatıma olduğu gibi devam ettim. Son bir aydır yaptığım gibi. Sadece biraz hüzünlendim. Sürekli o ana gidip gidip duruyordum. Ağladığım oldu, sızladığım oldu, sarhoş olup arayasım tuttuğu oldu. Pişmanlıklarla yüzleştiğim oldu. Bir hafta sürdü bunlar, sonra mesaj attım "Konuşmak istiyorum." diye. Çok gecikmeden "Ne konuşacağız ki?" demişti. En azından diyalogdan kaçmadığını anlamıştım. Ve aradım.

EGE — Düşünmüşsündür. Bana en azından bir konuşma borçlusun gerçekleri anlattığın.
ECE — Neyi anlatayım, nasıl anlatayım.
EGE — Bir aydır düşünüp duruyorum. Cevabını bulamadığım çok şey var adını Ece sandığım kişi. Mesela adın ne?
ECE — Nasıl yani bir aydır biliyorsun ve bu kadar sakin mi kaldın?
EGE — Araştırdık soruşturduk seni polis kuzenlerimle.
ECE — Polise mi verdin beni?
EGE — Resmi bir şey değil. Merak etme başın dertte değil. Sadece gerçekleri dinlemek ve daha fazla üzülmeden uzaklaşmak istiyorum senden. Adını söylemeyecek misin?
ECE — Bu kadar sakin kalacağını düşünmemiştim hiç. Boş ver adımı. Bir önemi yok.
EGE — Sakin kalmayıp ne yapabilirim ki? Beş yılımı geçirdiğim insanın yalanlarıyla karşılaşmışım. Ve eminim dahası da vardır.
ECE — Sor ne merak ediyorsan.
EGE — Öğretmen de değilsin değil mi?
ECE — Öğretmen olsam böyle bir aptallık yapabilir miydim?
EGE — Abinde öğretmen değil o zaman?
ECE — Hayır, abim yok. Küçük kardeşlerim var.
EGE — Baban, annen onlarda anlattığın gibi değil o zaman. Biliyorsun hayrandım onlara.
ECE — Değiller. Pek anlaştığımız söylenemez onlarla.
EGE — Doğum günün, yılı da doğru değildir?
ECE — Bir yaş daha büyüğüm. Doğum günüm de 20 Mayıs değil.
EGE — Neden her sene kutlamama izin verdin ki... Gerçeği söylesen ne olabilirdi ki?
ECE — Bilmiyorum, bir kere yanlış başlayınca devamı da düzgün gitmedi. Sana âşık olmak gibi bir düşüncem yoktu. Tamamıyla gerçek olmayan bir hesaptı. Neyine âşık oldun nasıl âşık oldun anlayamamıştım.
EGE — Fotoğraflarda sana ait değil. Kimin bu fotoğraflar, nereden buldun bu insanları?
ECE — Başkalarının evet.
EGE — Peki neden senin olmayan fotoğrafların içinden en sevdiklerimi sordun? Nasıl sorabildin? Nasıl bir başkasını zihnime kazıttın bu kadar... Nasıl senin olmayan bir fotoğrafın resmini çizmeme izin verdin. Nasıl o kişiye şiirler mektuplar yazdırıp kendineymiş gibi mutlu olabildin?

YANILGIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin