Hanzade bu akşam gizlice ava çıkmış atının huysuzlanması üzerine düşmüş ve yaralanmıştı.
Zarife ile birlikte gizlice çıktıkları bu saraya yine gizlice girmişlerdi. Kimseye görünmeden dairesine geçti.
Zarife nenesinden öğrendiği yöntemleri Hanzade üzerinde denemiş koluna sardığı odun parçası ile iyileşmesini ümit etmişti.
Hanzade yarın sabah kardeşi Selimin bugün sancak tayini vardı. Bu karar alınırken Hanzade de orada olmalıydı.
Selim kılıç kuşanmak için hazırlanıyordu. Validesi ise merak içinde oradan oraya dönüyordu.
'Sultanım nedir bu endişeniz?'
'Beni de gönderirlerse ne yaparız Gül ağa? Tahttan temelli uzak kalırız'
'Şehzademiz Cihangir henüz pek küçük bu sebepten sizi buradan gönderemezler'
'Nihayet Cihangir önem kazanacak bu iyi bir şey peki sence Selim nereye gidecek?'
'Sultanım Manisa sancağından sonra en önemli sancak Kütahya sancağıdır hiç şüpheniz olmasın ki oraya gidecektir'
Hanzade Zarifenin yardımı ile hazırlanmış Has odaya doğru gidiyordu.
Kolundaki sızıyı aklına getirmemeye çalıştı. Has odada babası ve İbrahim paşa onu bekliyordu.
'Hünkarım'
'Gel Hanzadem, biz de şimdi abin Mustafanın mektubunu okuyorduk. Abin Selimin Kütahya ve Konya sancakları için pek toy olduğunu düşünür sen ne dersin?'
'Hünkarım ben Selimin büyük sancaklardan ziyade evvela küçük bir sancağı idare ederek öğrenmesinden yanayım'
Süleyman kızının söylediklerini ve Mustafanın yazdıklarını kafasında tartıyordu. Nihayet vakit gelmişti ve Şehzade Selim kılıç kuşanacaktı. Şehzade Mustafa Ürdün seferine gittiği için bu kutlu günde kardeşinin yanında olamamıştı.
Ancak Mustafa kardeşine oldukça kıymetli taşlarla bilhassa işlediği Kını göndermişti ve bir tebrik mektubu kınını beline yerleştiren Şehzade Selim Ayasofyada kılacağı öğle namazı için dairesinden ayrıldı.
Hürrem Sultan ve diğer sultanlar gözlemevine doğru yola çıkmıştı.
'Bugün bizim günümüz Gül Ağa kimsenin bizden öne geçmesine müsaade edemeyiz'
'Hiç merak buyurmayın Sultanım'
Hürrem Sultan oldukça heyecanlıydı Şehzade Selim kılıç kuşanıyordu. bu akşam ise gideceği sancak belli olacaktı.
Haremde lokmalar dökülüyor dualar ediliyordu.
'Hürrem Sultan rabbim hayırlı eylesin'
'Sağolun sultanım'
Merasim bittiğinde Sultan Süleyman ailecek yiyecekleri akşam yemeğinin emrini vermişti.
Mahidevran Sultan haremde dağıtılacak yemekleri ve tatlıları tatbik ediyordu.
Akşam has odada Sultan Süleymanın gözdeleri ve bütün evlatları bir aradaydı.
Şehzade Selim oldukça heyecanlıydı. Validesininde ondan kalır yanı yoktu.
'Cihangir nasılsın?'
'Sağlığınıza duacıyım hünkarım'
'Ağrın sızın var mı evladım?'
'Biraz var ama şurub içince geçiyor'
Mahidevran Cihangiri kendi evladı gibi seviyordu. Minik Orhanı bellemişti belki de onu öyle masumdu ki diliyordu bu masumluğu hiç bozulmasın.
Hanzade Selimin heyecanına dikkat kesilmişti. Sultan Süleyman ile göz göze geldiklerinde babası ona gülümseyip Selime döndü.
'Evladım Selim, şükürler olsun ki rabbime bugününü görmeyi bizlere nasip etti. Bilirsin ki evvela Sancak evvela İslam evladım rabbim yolunu bahtını açık eylesin. Sen ki yedi cihana hükmeden bu devletin evladısın bu yüzdendir ki devley yönetmeyi bilhassa tecrübe ederek öğreneceksin seni Teke Sancakbeyi tayin ettim hayırlara vesile olsun'
'Sa-Sağolun hünkarım size layık bir evlat devletime layık bir yönetici olmak için elimden geleni yapacağım'
Hürrem Sultan ve Selimin yüzü düşmüştü. Konya dahi akıllarına gelirdi lakin Teke akıllarının ucundan dahi geçmemişti.
Hürrem Sultanın bir yolunu bulması gerekiyordu. Yarın ilk işi Rüstem Paşa ile görüşmek olacaktı.
Ziyadesiyle uzun süren bir akşam yemeğinin ardından herkes dairelerine çekilmişti. Selim Hürremin gözlerinin içine bakıyordu.
'Mihrimah sen Cihangiri yatır ben geliyorum'
Mihrimah Cihangiri alıp daireye geçti.
'Ne olacak validem Teke'de unutulup gideceğim ben ne taht ne baht hiç biri bana nasip olmayacak'
'Selim saçmalama senin adın Selim deden Selim handan geliyor bunu elbette biliyorsun buna yakışır bir şehzade olman icap eder. Sen merak etme her şey düzelecek'
'Hep aynı şeyi söylüyorsunuz validem lakin hiç olmuyor. Size hayırlı geceler'
Hürrem evladının üzüntüsünü dert edinmişti. Gün ağarıncaya dek uyumadı. Seher vaktinde saraydan çıktı. Rüstem Paşaya gitti.
Süleyman Selimi uğurlayıp yeni bir sefere çıkacaktı. Bu defa seferden hayırlı haberler ile dönmesini umut ettiği büyük şehzadesi Mustafayı tahta vekil bırakacaktı.
Sefer hazırlıklarını her daim yaptıkları gibi İbrahim paşa ve Hanzade ile yapıyordu. Bu defa istikamet Viyanaydı.
Hanzade ince işlediği planlarını sundukça Sultan Süleyman ve İbrahim Paşa şaşkınlıklar içinde birbirlerine bakıyordu.
Hanzade epey akıllı ve ince düşünüyordu. Süleymanın itimadı ona tamdı.
Hanzade dairesine döneceği sırada Selim ile karşılaştı.
'Selim nasılsın kardeşim?'
'Bilmiyorum sultanım üzgünüm sanırım'
'Hayrola şehzadem neyin var?'
'Neden Teke Abla ? Neden?'
'O ne demek Selim öyle Hünkarımız böyle uygun görmüş sorgulamak bize düşer mi?'
'Kütahya değil, Konya değil Trabzon değil Teke mi bana layık abla bu kararda bi etkin var mı?'
'Selim? Ne demek istiyorsun? Merak ediyorsan evet söyleyeyim benim de etkim var evvela küçük bir vilayeti yönetmenin münasip olacağını düşündüm. Hünkarımızda saygı duydu. Şimdi gözündeki buğuları kaldırıp Lala'nın yanına git ve bir çocuktan ziyade bir sancakbeyi olarak davran.'
Hanzade kardeşinin arkasından bir müddet onu izledi.
'Sultanım'
'Görüyor musun Zarife kardeşimi görüyor musun?'
Zarife Hanzadeye burul bi gülümseme gönderdi. Birlikte taşlığa ilerlediler.
Hürrem Sultan, Rüstem Paşa ile görüşmeden geliyordu.
'Sultanım hayır olsun inşallah nedir bu haliniz'
'Sorma gül ağa Rüstem Paşa Ayaz Paşadan daha tehlikeli çıktı. Biz bir istiyorsak o bin istiyor.'
'Akçe mi sultanım'
'Keşke akçe olsa Gül Ağa keşke'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TAHTİN VARİSİ
Historical FictionBen Hanzade... Güllerin açtığı mevsimde Saruhan Sarayında Dünya'ya gözlerimi açtım babam Şehzade Süleyman ve dedem Sultan Selim uğrumda yemekler altınlar dağıtmış hanedana bir hanım sultan daha katılmıştı. Lakin öyle olmadı Ben Hanzade Sultan diye s...