EIA kalesinde askerler kılıç ve atış talimi yaparken, kendi yöntemleriyle zeminini hazırladıkları piste bir mekik indi. Üvey kızı Lea, Quaronith'e rapor veriyordu.
" 2300 piyade, 500 süvari, 200 denizci. Yeni Hessen tarafından gönderildi."
" Daha çok askere ihtiyacımız var." dedi Quaronith.
Diğer askerler yanlarından ayrıldı. Lea artık daha rahat konuşabilirdi. "Bunun için Bauer'le görüşmemiz gerek. Harp okulundan mezun olanlar direkt ona başvuruyor zaten."
"Denemek zorundayız. Yine de görüşmeleri başlatalım diyorum."
"Haklısın. Fakat ne kadar dayanacağız? Koloniler bize bırak savaş uçağını, denizaltını, silah dahi vermiyor. Kimsenin bilmediği, bilmek istemediği, umursamadığı bir gezegende kimsenin umursamadığı insanlarız. Darbe girişimi olmasaydı bu kadar askeri zor bulurduk. Ordudan ihraç edilenler, gaziler, harp okulundan yeni mezunlar... Onlar da iş bulamayacakları için geliyorlar. Bu da Kolonilerin işine geliyor tabi. Fazlalıklarından kurtuluyor."
"Bunu dile getirmene gerek yoktu."
"Matthew Smith'le düşman olmasaydın şimdi bu durumda olmazdık."
"Matthew Smith'le düşman olmayı hiçbir zaman ben seçmedim. Bana bunu yapacağını da hiçbir zaman bilemezdim. Bana bir defa bile kötü söz söylemedi, niyetini belli etmedi.
Buraya düştüğümüzde elimizdekileri tek tek kaybettik. Mahsur kaldığımızı öğrendiğinde herkes öleceğini düşünüp umutsuzca sağa sola koşup bağırıyordu. Biz komutanlar metin olup bir şeyler yapmak zorundaydık. Aç kaldık, hayvan avladık. Kurşunlarımız delici değildi, silahlarımız öldürmüyordu, erittik, kılıç yaptık. Çeliğimiz bitti, üssün kaplamalarını söktük, zırh olarak giydik. Kaçaklar oldu, tek tek avladık. İtaatsizlik edeni cezalandırdık. Sürü bulduk, bağladık. Duvar ördük, sur yaptık. Ne çok şey gördük değil mi? Khareedon'a düştüğümüz ilk gün bunları yapabileceğimize kimse inanmıyordu. Ama şimdi buradayız. Daha güçlüyüz. Kendi kendimize yetiyoruz. Bu orduyu bir tutmak kolay olmadı. Bugünlere getirmek kolay olmadı. Yine olsa yine yaparım, kimsenin ne ilgisine ne de yardımına ihtiyacımız var. Çünkü bu benim ordum, benim askerlerim ve onun gibi biri aramızdaki bağı anlayamaz."
Ortama bir süre sessizlik hakim olduktan sonra Lea yanıt verdi. "2800 asker geldi. Hava gitgide ısınıyor ve yiyecek bulmakta çok zorlanıyoruz. Aç kalacağız." Quaronith bir şeyler yapmalıydı.
Tam o sırada teğmenlerden biri telaşla koşarak yanlarına geldi. "Efendim." diye selam verdi ve Lea Reinhold'a da bakarak ayrıca bir selam verdi. "Dün geceki zaiyatı belirlemek için Sur'un arkasına gelmelisiniz."
Teğmen onları Sur'un saldırıya uğradığı kısmına götürdüğünde Quaronith ve Lea yerde yatmakta olan sürüsüyle cesetleri görür. Kimi karnından derin bir yara almış kimi ise başına aldığı darbeyle kulağından kan gelmiş kiminin ise elleri ve yüzü mosmor olmuştu. "Kim yaptı bunu?" diye sorar Quaronith, öfkesini içine atarak sakin fakat katı bir sesle. Teğmen durgun fakat manalı bir sesle cevap verir. "Kara süvariler..."
Oysaki dün gece gözcü askerlerden biri başını yukarı kaldırdığında bir ok görmüştü. Ve ok onu göğsünden vurarak son gördüğü şey olmasını sağlamıştı. Birden yedi süvari, atlarıyla Sur'un üstündeki askerleri ezerek ve kılıçlarını savurarak kendilerine yol açıyordu. Karanlıkta onları seçmek zor olduğu gibi, kendilerini görebilecek tüm gözcüler vurulmuştu. Askerler öndeki süvarilerden birini indirmeden arkadaki, kılıcını fırlattı, uçan burgu kılıç dönerek erin içinden geçince diğer kılıcını çekti. Fırsat bulunca kılıcını askerin üzerinden geri çıkardı. Bir diğeri de çift uçlu kılıcını çeviriyor, önündeki ve arkasındaki erler onun darbelerini karşılamakta zorlanıyordu. Burcun arkasında bekleyen askerler oldukça gergindi. Okçular gelmeye başlayınca burgu kılıçlı olan atından inip önündeki askerleri yere serip doğruca burca tırmanmaya çalışırken onu nişan almaya çalışan okçuları atlılardan biri okla öldürüyordu. Diğer şövalyeler de atlarından indiler, okçu olan inerken hançerlerini çıkardı ve önündeki iki kişiyi keserken yere konuverdi. Atlar hızlıca Sur'un üzerinden ormana doğru kaçtılar.
Bir yandan hançerleri olan şövalye askerlerin boğazlarını keserken diğer yandan da kılıç kullanan bir başka şövalyenin savurduğu kılıç düştüğü yerde askerlerin miğferlerine çarpıp çınlamasına sebep olmuştu. Sağındaki askeri de boğazından tutup sola doğru fırlattı. Sonra askerlerin kılıç darbelerini karşılamaya başladı, dört kişiye karşı birdi ve hepsinin darbelerini karşılamak zordu fakat dönerek kolaylıkla saldırıyı yönetiyordu. Dönerken içlerinden birinin karnına tekme attı, tekmenin savrulma hızıyla ve şövalyenin zırhının etkisiyle büyük bir darbe almıştı. Şövalye üç kişinin de ataklarını ustalıkla karşılayabiliyor, hamleleriyle ve dönüşleriyle üç kişiyi çok zorluyordu. Birinin zayıf anını yakaladı ona yaklaşarak kılıcını sapladı o esnada aniden gelen iki kılıcı da sırtındaki kından diğer kılıcını çıkararak karşıladı. Diğer kılıcını çekti ve çok hızlı bir hamleyle önceden sapladığı kılıcı birine çıkardığı yeni kılıçla da diğerini öldürdü.
Bu esnada bir diğer şövalye askerlerle kılıç tokuştururken, erler dört yandan onu sıkıştırmaya çalışıyordu. Adımlarını döndürürken kılıcını çevirip arkasına doğru tutuyor, bu esnada erlerin kıskacından sıyrılıyor ve sırtını darbelerden koruyordu. Kılıcını savururken erlerin aralarından kayıyor ve diğer erlerin kendisine erişmesini engelliyordu. Hepsinin birden saldırısına bir süre sonra yetişemeyecek ve sonu gelecekti ama aniden gelen bir darbeye kolundaki zırhla karşılık verdi. Er, hiç beklemediği bir anda bir yan tekme yedi, düşen ere arkası dönük bir vaziyette kılıcını savurdu ve önüne gelen darbeyi karşılamak için kılıcını kaldırdı.
Burcun arkasından bir grup asker daha geldi. Okçuların okları yakın mesafede işe yaramıyordu. Ne kadar uğraşsalar da burgu kılıçlı şövalyeden kaçamıyor, arkadaki okçuların okları seçilemeyen kara yüzüne ulaşamıyordu. Kılıçlılar bir an önce yardıma gelmişti. Onların kılıç darbelerinden adımlarıyla sıyrılıyor, tekme atıyor ve yakaladığı okçuları onların önüne ittiriyor, çelme takıp önündeki eri sendeleterek kılıcıyla yarıyordu.
Hançerleriyle erleri öldüren şövalye ise önündeki askerleri kestikten sonra güvenli bir yere koşup ok ve yayını yeniden çıkarıp ona destek vermeye başlamıştı... Ondan kurtulmak için yanına yaklaşan kılıçlılara sadağından çıkardığı oku direkt saplıyordu.
Çift taraflı kılıcı olan şövalye, kılıcını çevirdikçe erlere geçit vermiyor, hızını hiç kesmeden saldırıları blokluyordu.
Her yer ölülerle doluydu Quaronith ve Lea baktıklarında... Birtakım yanık kokuları geliyordu, duvarın bazı yerlerinde is vardı, bazıları leke niteliğinde bazılarının ise doğrudan duvarı yıkmak için yapıldığı belliydi. Gözcü kulelerinden ikisi yıkılmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntikamın Rengi
Science Fiction"Uzay, kanlı yaraların zamanla kaybolduğu ıssız bir vahşi doğadır. Belki gökyüzündeki yıldızlar bu yaraları hatırlıyordur." Evladı gibi sevdiği askeri Johan Rask, o zalimin eline düşmüştü. O Verodia lordu kendisini Johan'la tehdit edecekti ama kendi...