Johan parmaklarının arasındaki yüzüğe bakıyordu. Reinhold'un ona verdiği yüzüğe. "Bu yüzük sana her şeyin gerçekte nasıl göründüğünü gösterecektir. Eğer anlamlandıramadığın olaylar varsa farklı bir açıdan bakmana da yardımcı olacaktır. Unutma, bu yüzük senin bir parçan."
Ortasında bordo bir kristal olan siyah bir yüzük nasıl gerçekliğe başka bir açıdan bakmayı sağlayabilirdi ki? Kristali oluşturan mineralin cilt tarafından emilip kana karıştığını biliyordu. Bu, retinadaki koni hücrelerinin daha kısa dalga boyundaki ışıklara tepki vermesini, morötesi spektrumdaki renklerin görülebilmesini sağlıyordu. Ama tetrakromat olmak ne işe yarıyordu ki? Birkaç milyon daha fazla renk görebilmek gerçekliği nasıl etkiliyordu? Yüzüğü yere bıraktı ve inden dışarı çıktı.
Eline bıçağını almış geziniyordu. Birden bir ses duydu. Bu bir kadın sesiydi. Bir melodiyi seslendirmişti. Az ilerisinde o kadını görüyordu. Bir şeyden ya da birinden melodinin cevabını bekliyor gibi bir hali vardı. Simsiyah kömür gibi saçları ve onun tam zıttı olan bembeyaz bir teni ve sert bakışları vardı. Soluk yeşil, kol kısmı volanlı bir elbise giymişti, ellerinde eldivenleri ve ayaklarında da uzun çizmeler vardı. Üstündeki renkler baştan aşağı soluktu, dudaklarındaki ve yanaklarındaki pembe renk üstündeki tek renkti belki de. Öylesine sade öylesine güzeldi ki onun bu güzelliği insan olmadığını ele veriyordu. Bu güzellik, tehlikeyi de sezdirmiyor değildi... Dikkatli bakınca Johan, gözlerinin renkli olduğunu gördü. Gördüğü kadarıyla gözleri açık renkti, mavi gibi görünüyordu ama sanki yeşil de olabilirdi. Onun yanına gitmesi ve ondan yardım dilemesi gerekiyordu, bu çok riskliydi ama hayatta kalmasının belki de tek yolu buydu. Ne kadar düşmanca bir tavır alırsa alsın bunu yapması gerekiyordu, çünkü tek umudu buydu. Aralarında on metre kadar bir mesafe vardı muhtemelen, kız oraya bakmadığı için kendisini göremiyordu. Durumunu ona izah etmeliydi, onunla medeni birer insan gibi konuşmalıydı. Sonuçta yeeralar insanlardan az şey öğrenmemişti. Tam o sırada kızın yanına başka yeeralar da geldi, onun arkadaşlarıydı muhtemelen. Birbirlerine bıçak ve kılıç alıp veriyorlardı, üzerlerinde de uzun siyah pelerinler vardı, bunlar bir çeşit savaşçıydı. Ne kadar tecrübeli olabileceklerinin gözünü korkutmasına izin vermemeye çalıştı, cesaretini topladı ve onlara doğru yürümeye başladı. Fakat tam o esnada bir şey yandan onun üzerine atladı ve dişleriyle pelerininden kavrayarak onu kaçırmaya başladı. Ormanda yaşayan siyah bir panterdi bu, şu an beyaz sivri dişleri pelerinini kavramıştı, sallandığı yerden kendisinin yüzüne doğru bakıyordu. Panter onu hiç bilmediği bir yere götürüyordu. Cebinden bıçağını çekerek pelerinini kesti, yere düştü ve panterin gittiği yönün tersine doğru yuvarlanmaya başladı. Yerdeki ağaç köklerine ve toprakla kaplı zeminin etkisiyle sonunda durdu. Ucuz kurtulmuştu. Ormanın öteki tarafında kız ve arkadaşları panterin saldırırkenki sesini duymuşlardı hatta bıçaklarını ve kılıçlarını çekmişlerdi. Fakat bir şey görememişlerdi, muhtemelen ormanın diğer taraflarındaydı. İçlerinden birisi kıza:
" Gitmemiz gerek. Roare..." dedi.
***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntikamın Rengi
Science Fiction"Uzay, kanlı yaraların zamanla kaybolduğu ıssız bir vahşi doğadır. Belki gökyüzündeki yıldızlar bu yaraları hatırlıyordur." Evladı gibi sevdiği askeri Johan Rask, o zalimin eline düşmüştü. O Verodia lordu kendisini Johan'la tehdit edecekti ama kendi...