Bölüm 11

10 1 0
                                    


Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Üç hafta boyunca Calon ordusu tüm gücüyle saldırmaya devam ediyordu. Thorasian ordusuna gıda yardımı ve emirler 3 büyük şehirden gelmekteydi: Gale, Wepion ve Qurtz. Gale'den gelen ihtiyaçlar Osra'ya, Wepion'dan gelenler Sutra'ya Qurtz'dan gelenler de Ro'ya aktarılıyordu ve bu üç şehrin ortak komşusu olan Edarun'dan orduya atlarla gönderiliyordu. Yiyecekler 4 kat Siruza kumaşına sarılıyordu ve yanlarına buz konuyordu. Siruza kumaşı yiyecekleri ortam ne kadar sıcak olursa olsun serin tutuyor ve yiyecekler buzlarla sarıldığından dezert sıcaklarında soğuk bir şekilde muhafaza ediliyordu.

Thorasian Miru Dağı-Edarun savunma hattındaki 3 kolordusu yay oluşturmuş ve 1 kolordu da onların biraz daha ilerisinde fakat 5 saat doğusunda yer almaktaydı. Süvariler ise daha geride olmak üzere piyadelerin arkasını tutuyordu, iki piyade hattından biri dağıldığında süvariler hızla düşmanı püskürtmek için hazırda bekliyordu.

Fakat General Green'den daha az kıdemli bir komutan olan General Rikone iki hattın arasındaki 5 saatlik uzaklıktan faydalanıp maksimum 2.5 saat içerisinde Calon süvarilerini Miru Dağı'yla Edarun sınırının ortasındaki dar geçitten gizlice geçirmeyi düşündü. Bu zor bir şeydi fakat dikkati başka yöne çekebilirse ve Thorasian süvarilerinin de tam olarak yerlerini tespit edip onları da oyalayabilirse süvarilere şehrin kapıları açılacaktı. Bu bulunmaz bir fırsattı.

"Atların ayaklarına bez bağlanacak ve iki kolordumuzu Miru Dağı- Edarun bölgesine mürettep kolorduyu da 5 saat doğusuna göndereceğiz. Thorasian kolorduları savaşırken öncü süvari kolordusunu Miru Dağı'nın kuzeyinden batıya doğru süreceğiz. Kolordu 2,5 saat uzaklıktaki bir tünelin içinden geçecek. Büyük ihtimalle süvariler orada onları bekliyor olacak. Okçular tepeleri tutup Thorasian süvarilerine tuzak kuracaklar ve bu şekilde ana süvari birliğine yol açılacak. Eğer Thorasian süvarileri bizi orada karşılamazsa ve arkadan vurabilme ihtimallerine karşın geçtikleri yerleri yakarak ilerleyecekler. Böylece takip edilebilme olasılıkları olmayacak. Savunma hattındaki diğer kolordular bunu anlayıp Miru Dağı'nın kuzeyine gelirlerse sayı üstünlüğü onların olur ve bu hiç iyi olmaz. Bunun için maksimum 2.5 saatimiz var."

Green "Ya tepeleri bizden önce Thorasianlar tutarsa? Ya da Thorasian süvarileri tünele varmadan bize pusu kurarsa? " diyerek fikre çok da sıcak bakamadığını belirtmişti.

"Bu riski almak zorundayız."

"Zorunda değiliz." dedi Thino soyadını taşıyan bir general.

"General Thino haklılar." dedi Green.

Rikone bir iki adım öne atıldı."Biz bu savaşı kaybedersek ölmeyeceğiz ama onlar ölecek."

"Başkomutan Sayın Gresid Hxrao'nun yüksek makamına hiç mi bir şey olmayacak sanıyorsunuz? Ya da Verodianlar kapımızı çaldığında tutunacak çok mu askerimiz olacak?"

"Yoksa siz savaş yorgunu askerlerimizi bir daha mı savaştırmayı düşünürdünüz? Böyle bir detayı düşünememeniz oturduğunuz koltuğa, aldığınız madalyalara yakışmıyor."

Green sözcükleri vurgulayarak: "Savaşmaları gerekiyorsa savaşırlar."

"Madem Verodianlar kapımıza dayanacak diye bekliyoruz neden Thorasianlara taarruzda bulunduk?!"

"Efendiler, lütfen!" dedi General Tyon. "Lütfen... Herşeyden önce vermemiz gereken bir karar var ve bu davranışlarınız üniformanıza birer hakarettir ve görevinizi kötüye kullanmakla eşdeğerdir." General Tyon içlerindeki en kıdemlisiydi ve haliyle dedikleri doğru olsun ya da olmasın sözünün dinlenmesi gerekiyordu. Bu sözüyle Green'i korumak istemişti. Aslında Tyon, Gresid Hxrao'yu desteklemesine rağmen Green gibi kraldan çok kralcı değildi, hatta içinde bulunduğu koşullara göre tarafını seçip kararlar verebilecek kadar akıllı biriydi.

"Daha iyi bir fikri olan zat-ı muhtereminiz varsa konuşsun." dedi General Rikone. Generaller birbiriyle saygılı konuşmalıydı fakat bu alaycı bir söylem miydi yoksa her zaman takınması gereken saygıyı mı takınmıştı kimse emin olamamıştı. Sonra kimi komutanlar bunu bir saygısızlık olarak algılayıp içten içe sinir olmuştu, kimileri de bu lafa takılmamıştı.

Tyon oylamayı başlattı: "General Rikone'un önerisini kabul edenler?" Karargahta bulunan 10 komutanın 8 i el kaldırmıştı, generallerden biri ve Rikone'un tam karşısında oturan Green, Rikone'un gözlerinin içine baka baka elini kaldırmamıştı...

"Kabul edilmiştir."

Dört gün sonra, Calon süvarileri Thorasianların Miru Dağı - Edarun savunma hattındaki açıktan faydalanarak Miru Dağı'yla Edarun'un tam ortasındaki dar geçitten geçip cepheyi yarmak için yola çıkmışlardı. Okçular Miru'ya çıkıp geçidin iki yanından arkasına kadar uzanan yamaca ulaşmış ve geçit boyunca pozisyon almış, öncü süvari birlikleri seslerinin duyulmaması ve geçitte yankılanmaması için her ihtimale karşın atların ayaklarına kalın kumaşlar bağlamıştı ve eyerlerinin altını ve üstünü ekstra kumaşlarla kaplamışlardı. Kılıçlar bile metal kınlar yerine deri kınlara geçirilmişti. Öncü süvari birliği geçidin önüne geldiğinde önlerinde bir asker göremeyince komutan ileri komutunu verdi. Askerler atını sürmeye başladı. Tepeden süvarileri izleyen okçular bunu garipsediler. Süvariler dar geçide girdiğinde karşılarında onları Thorasian okçuları bekliyordu. Komutan "Mızraklar!" diye bağırdı fakat geç kalmıştı. Dar ve tünelin sonundan görünen haricinde ışığın olmadığı bir yerde hem atları zaptedip hem de Thorasianları öldürmeye çalışmak çok zordu. Komutan ne tür bir komut vereceğini şaşırmıştı. Neden Thorasianlar böyle bir taktik yapmışlardı ki? Neden kendilerini okçular karşılamıştı? Teknik olarak ne silahları ne de konumları böyle bir çatışmaya elverişliydi. Bu bir taktik olamazdı. Kumardan başka... Aklının almadığı bir sürü şey vardı ve bu esnada kendilerine nişan almaya çalışan okçulara yaklaşıp kılıcını isabet ettirmeye çalışıyordu fakat aynı zamanda dar bir tünelde bir atı zaptedip hedefe yöneltmeye çalışıyordu. Askerlerin savaşırken çıkardığı nara sesleri ve atların acı kişneyişleri tepede beklemek zorunda kalan okçuların kanını dondurmuştu. Hepsi kaskatı kesilmiş bulunduğu yerden sesin çıktığı yere, tünele doğru bakıyordu. Elleri kolları bağlı olmak böyle bir şey olmalıydı. Okçuların komutanının aklına bir şey gelmişti ve başka bir çözümün olmadığına karar vermişti. Bunu söyleyince askerleri bunu onaylamamışlardı fakat yapmak zorundaydılar. İçlerinden biri taşıdığı kibriti yakması için yanındaki diğer askerlere verdi ve süvarilerle beraber okçuların da taşıdığı sıkıştırılmış patlayıcılardan birini cebinden aldı, okunun ucuna taktı. Yaktığı kibriti diğer askerler ipine tutup alev almasını sağladılar ve ufalan ipteki ateş patlayıcıya değmeden asker oku tünelin girişine doğru gönderir göndermez kalın kayaların aşınmasıyla oluşan tünelin içinde bir patlama meydana geldi. Tünel yıkılmamıştı fakat içi tamamen alev almıştı. Okçuların bulunduğu tepe bundan etkilenmedi ama yapmak zorunda kaldıkları ve şahit oldukları şey onları çok etkilemişe benziyordu...


***

İntikamın RengiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin