Bölüm 2

243 3 3
                                    


On - on beş kişilik EIA birliği Svarod'ta bilgi taşımakla görevli subaylarla konuşmuş, Verodia sınırına çok yakın bir yoldan EIA kalesine geri dönüyordu. Etraf ağaçlarla kaplıydı ve Svarod içindeki yol EIA'ye bağlanmadığı için kullanabilecekleri en güvenli tek yol buydu. Yolda yürürlerken esen rüzgarla ağaçlar hışırdamaya başlamıştı. Fakat bu hışırtı çok da hayra alamet bir hışırtı değildir ki askerler bunu hissetmişti. Ve hemen yanlarından aniden bir gölge geldiği gibi kayboldu.

Ki birden arkalarından siyah kapüşonlu atlı şövalyeler belirdi ve ne olduklarını anlamadan başları gövdelerinden ayrıldı.

Ve boylu boyunca devam eden Verodia ormanlarının şehirden uzak köşelerinden birinde kız çocuğu ağaç dalının serine yatmış yukarıdan avlayacağı hayvanı izliyor, onun birkaç ağaç ötesinde diğer kız çocukları kamuflaj yapıp saklambaç oynuyordu. Ten renkleri şeftali renginden lavanta rengine kadar değişiyordu. Yakınlarında dev gibi bir ağaç vardı ki burdan kızlar girip çıkıyordu ve başka bir köşede de iki yetişkin kız savaş talimi yapıyordu. Başka bir kız bir kütüğün üstüne oturmuş yay yapıyordu, onun az ötesinde demir ocağında kızlar kılıç dövüyordu.

Ormanın karanlıklarında at süren, yüzü görünmeyen kara şövalye ağaçların bitiminden bir yara doğru devam edip, yarın ucuna doğru atıyla yavaşça gelmiş ve aşağıdaki manzarayı seyretmeye koyulmuştu.

Hava karardığında o kara lord at sürerek Ildarem'e varmış, Asae'nin ışığının altındaki bir kayanın üzerinden EIA'in kalesini gözetlemeye başlamıştı. Fakat bu sefer yanında onun gibi giyinmiş diğerleri de atlarıyla beraber usulca yanına süzülmüştü. Yedi tane at üstündeki gölge, kendi halinde olan insanların başına karanlık gibi çökmüş, gecenin eşliğinde kaostan beslenmek istiyordu. Onlara Karanlığın Atlıları diyorlardı.

***

"Albinistler!" dedi dişlerini sıkarak Smith.

"Yine ne yapmışlar?" dedi General Xiang.

"İşte bunu." dedi Smith ve televizyondaki sokağa çıkmış isyancıları gösterdi. "Albinistlerin bize ihanet etmesini fırsat bilen sokağa çıkıyor. Ayak bağı olmaktan hiç çekinmiyorlar."

Xiang, Smith'in neden sinirlendiğini anlamıştı. İç karışıklıkların dış politikanın faaliyetlerini aksatan bir şey olduğunu her asker ve her politikacı bilir. Dış politikanın en büyük ayağı HH'di ve HH kendi işini yapmaktan ziyade isyan bastırmak için Federasyon Senatosu tarafından kullanılacaktı. HH sonuçta özel bir organizasyon olduğundan Dünya Federasyonu'nun bu yönlendirmesine karşı çıksa da sonuçta Federasyon'dan para, araç ve mühimmat desteğini alamayabilirdi ayrıca çıkar ilişkileri gereği Senato'yu koruması gerekiyordu.

Sonra televizyonda Dünya Federasyonu Başkanı Kaneda konuşmaya başladı.

"Değerli kardeşlerim! Birtakım dış güçlerle işbirliği içerisinde olan şahsiyetler, nereden geldikleri belli değil ha, Dünya'nın her köşesinde bize engel olmak için çıkar lobileri kurmakla meşgul. Dış güçlerin kökünü kazıyacağız. Onların yalanlarına ve dolduruşlarına gelerek kimse bizden hesap sormaya kalkmasın! Zira biz onlardan hesap sormayı iyi biliriz! Bizi birbirimize düşürmek isteyen karanlık kesimler kendi karanlıklarında boğulacaklar." Alkışlar yeri göğü inletiyordu. "Hepinizi sevgi saygıyla selamlıyorum." dedi ve coşkulu kalabalığa karşı ellerini kavuşturarak selamını verdi. Sonrasında el sallayarak onlarla ilgilenmeye başladı.

Bu çok eski bir yöntemdi, zaten farklı fikirlere maruz kalamayan, uçsuz bucaksız bir araziye serpiştirilmiş gitgide yabanileşen ve düşünmeyi unutan insanlara nasıl davranılabilirdi ki? Buradaki yaşam gitgide soluyordu, katedilen yollar geriye doğru eriyordu. Geriye dönüş eski yöntemleri daha verimli hale getiriyordu. Artık Kolonilerde ve Dünya'da senatör seçimleri için uygarlık tarihi, sosyoloji ya da siyaset bilimine hakim olanlar aday gösterilmesi çok mantıklıydı bu yüzden. Kendisi bir ekonomist olarak oldukça zorlanıyordu bile. Dünya'nın dengeleri alt üst olmuştu ve Kaneda da bunların farkındaydı. Zira bir kesim çok zengindi tüm gücü elinde tutuyordu ve istediği her şeyi elde edebiliyordu. Ormanlık alanlarda son kalan doğal güzelliklerde yaşıyorlardı. Fakat III. Dünya Savaşı'ndan şansı sayesinde hayatta kalan kesim de ozon tabakasının delik olduğu ya da küresel ısınmanın en çok hissedildiği yerlerde çalışıp parasıyla hayatta kalana hizmet ediyordu, sorgulama güdüsü olmadan... Kaneda'nın yüzlerce maskesi vardı. Her bölge için ayrı... Yoksa Dünya Federasyonu nasıl bütün kalabilirdi? Konsey'e kalsa bu zaten mümkün olamazdı. Artık eyaletler, şehirler çok büyük halk yığınlarına karşılık gelmediğinden merkezi otoritenin fazla olmasının normalde işlerine yaraması gerekiyordu. Fakat geriye doğru bürokratikleşme, gereksiz aracıların ortadan kalkması büyük iş yükü altında kalan valilerin dakika başı tartışmalarına zemin hazırlıyordu. Rasyonel bir şekilde küçülmek sanırım yeterli değildi. Bürokrasiyi, rasyonelleşmeyi geride bırakmak kırmızı çizgiydi.

Matthew Smith, isyancıları gerçekten zekadan yoksun olarak görüyordu. Herhalde onca radyoaktif maddenin içinde beyinleri mutasyona uğrayıp küçülmüş olmalıydı. Ya da Savaştan önceki hayatlarında da gerizekalı oldukları için hayatta bir yerlere gelememiş ve nükleer sığınaklara başlarını sokamamışlardı. Başka bir açıklaması olamazdı. Dünya dışındaki koloniler bu rezaleti görse ne derdi, ya da Khareedon'a inişi sırasında geçirdiği kazadan kurtulmayı başarmış olan Reinhold? Evet, hala hayatta olduğunu bilmek onu deli ediyordu.

Xiang, Smith'in ne düşündüğünü merak ediyordu... Ama sesini çıkarmadı ve onu izlemeye devam etti.

"Khareedon'dan haber var mı?" Smith, sessizliği bozmaya karar vermişti.

Xiang imalı bir şekilde "Sence?!" dedi. "Yapılacak bir şey kalmadı."

"Buradan kurtulmak için hala şansımız var.."

"Dünya ekonomik bir krizle karşı karşıya. Şimdiden sonuçlarını görüyoruz."

"Dünya'dakiler umrumda değil." dedi Smith. "Khareedon'daki doğal kaynaklar ve medeniyet seviyesinin düşüklüğü her zaman bizim için bulunmaz bir fırsat oldu, Xiang. Hele ki halkının büyük bir bölümü insanları üstün görüp, her açıdan bize benzemeye çalışırken..."

"Bunu Reinhold'a karşı kullanabilir miyiz bilmiyorum ama..." dedi Xiang. "Aklımda bir fikir var."

"Seni dinliyorum."

"Bartusevicius'u gönder. Reinhold'la bir anlaşma yap. Kaçak göçek iş yaptığının o da farkında. Doğru olanı yapması gerektiğine ikna et. Onun gibi biri kanundan kaçmak istemez. Bedeli neyse onu ödemeye razı olur."

"O sağı solu belli olmayan bir adam. Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" dedi Smith.

"İmzalamazsa da tüm Kolonilere ve GIF'e rezil edersin. Elinde bir sürü koz var nasılsa. Bu böyle devam edemez. Buna birilerinin müdahale etmesi gerek. Ve HH'in müdahale etmesi GIF'ten daha hayırlı olur. Elinde sadece askerleri var ve senin sayende bu durumda."

Askerlerinin artık onun halkı olduğunu ikisi de biliyordu. Xiang haklıydı. Marcel Reinhold karşılarına kılıçla çıkacak, HH bunun için onca görünmez tank, onca MJ-2 tüfek hazırlayacaktı. Böyle insanlar, böyle uygarlıklar (!) bu silahları, bu gücü hakketmiyordu. Bu halkların baş kaldıracak güçleri yoksa zaten boyun eğeceklerdi. Boyun eğmezlerse çıkacak sonuçları onlar da biliyordu. Bu yüzden doğada orantısız güç kullanmak diye bir şey yoktu. Uğraşmaya değmezdi çünkü. O tankları, uçakları taşımak için kullanılan gemilerin yakıtına, o yakıta harcanan paraya yazıktı. Khareedon kalkıp da HH'in hakimiyetine direnecek, HH üssünü talan edecek değildi. GIF'in de sık sık yaptığı şey buydu... Umursamamak... Yüksek perdeden olmak bunu gerektirirdi. Altta olanları umursayıp kendine fazladan yüklenmemeliydi. Bu onların problemiydi, kendisinin değil. Aşağıya değil yukarıya ve önüne bakmalıydı daima. Ama Matthew Smith'in derdi başkaydı. Khareedon'un böyle bir gezegen olması onun işine geliyordu sadece. Marcel Reinhold katrilyonlarca kilometre öteden hayatını mahvetmeye devam edebiliyordu. Onu Khareedon'a bağlayan hiçbir şey olmamasına rağmen Khareedon'a bağlanan delinin tekiydi o. Khareedon'da doğup büyümüş olması orada hayatta kalmasını sağlayacak hiçbir gücünün, hiçbir bağının olmadığını değiştirmezdi. Ama korktuğunu biliyordu. Reinhold kimseden, hiçbir şeyden korkmazdı, kendinden korktuğu kadar. Bunu biliyordu. Lise yıllarından beri o hiç hata yapmazdı ama, hata yaptığında da dersin konusunu bildiği halde yanlış yapardı. Bu da ona çok koyardı. Sorunların çözümünü bilmesine rağmen onları ortadan kaldıramamaktan korkardı.

"İnsan en çok kendisinden korkar ve korkaklar maalesef binlerce kez ölüyor." dedi Matthew Smith. Xiang'ın dedikleri mantıklıydı, denemeye değerdi. Ona çok güveniyordu ama aynı zamanda hiç güvenmiyordu.

Tabi Khareedon'un çoktan karıştığından bihaberlerdi. Ne kadar hayal kurarlarsa kursunlar işler hesapladıkları gibi gitmeyecekti, sadece birtakım taşları yerinden oynatarak bazı insanların kaderlerini değiştirebilirlerdi. Eğer gerçekten kader denen bir şey varsa... Quaronith böyle düşünüyordu.

***






Beğendiyseniz oy atmayı unutmayın. Yorumlarınızı bekliyorum :)

İntikamın RengiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin