I didn't choose to be a villainess, I was forced to

202 20 6
                                    

Topuklu ayakkabılarım tok sesi kulaklarımı doldurdu.

Yüzümdeki koyu makyaja uygun olarak ifadesiz ve soğuk bir tavır takınmaya çalışırken yapmacıklık içime işledi.

Yıllardır Amerika'ya giderek kaçabildiğime inandığım gerçeklikle yüzleşmek için tekrar buradaydım.

Yutkundum ve dikleştim.

Benden oynamamı istedikleri bir rol vardı ama en iyi oyuncular bile doğaçlama yapabilirdi.

Mini çantamdaki aynadan son bir kez daha koyu kırmızı rujumu kontrol ettim.

Beni bu bataklığa çekmek için bu kadar istekli olduklarına göre benim gerçekte kim olduğumu da öğrenmelerinin zamanı gelmişti.

Yıllarca gözlerden sakladıkları bir kız vardı.

Ve o kız büyümüştü...

Şimdi kendine ait olanı almak için dönmüştü.

Uzun bacak dekolteli elbiseme koridorda bulunan geniş boy aynasında göz gezdirdim.

Buraya uygun mütevazi bir elbise değildi.

Onların istediği gibi değildi...

Uyluğumdaki silahım bana göz kırparcasına siyah rengiyle beraber ışığı emiyordu, bacağıma bir kemerle tutturulmuş soğuk namlusu sıcak bacağıma onu kullanmam için sinyaller gönderiyordu.

Onu kullanmak için her şeyi yapabileceğimi bilmek içimi acımasızlıkla yaktı.

12 yıl olmuştu.

Tam 12 yıl önce buradan gitmiştim, gönderilmiştim...

Şimdi ise babamın gövde gösterisi adı altında sakladığı kızı unvanıyla geri çağırılıyordum.

Onun infazcısı olmak için buradaydım.

Ancak o bir şeyin farkında değildi.

Gelişim depremi çağrıştıracak bir sarsıntı silsilesi olacaktı, bu öyle bir sarsıntıydı ki geride hiçbir şey bırakmayacaktı.

Önümde yükselen ve yaklaşan ışıltılı salona baktım.

Geri dönüşüm yoktu.

Pişmanlık duyup kaybedeceğim bir şey yoktu.

Zaten tek kişiyi de 12 yıl önce toprağın altına gömmüştüm.

Son bir kez daha üstüme göz gezdirdim ve bacak dekoltemle silahımı öne çıkarak bir şekilde yürüyüp salondan içeriye girdim.

Beyaz ve grinin hakim olduğu gösterişli kokteyl salonu önümde yükseldi.

Önümde beliren masalardan her biri Japonya'nın çeşitli bölgelerinde yer alan mafya ve yeraltı aileleri gözüme ilişiyordu.

Çoğunu isim ve yüz olarak tanımam gerektiğini biliyordum.

Hepsi benim için ileride olacağım kişi bakımından önem taşıyabilirdi.

Uzun saçlarımı savurdum ve topuklu ayakkabılarımın sesi yankılanırken beni gören herkesin başını bana çevirdiğini, fısıldaştıklarını ve yüzlerindeki küçümseyici bir ifadeyle bana baktıklarını fark ettim.

Umursamamam gerekiyordu.

Ben de öyle yaptım.

Yüzlerine bile bakmadım ve soğuk bir ifadeyle yanlarından geçip gittim.

Görmem gereken tek bir masa, bakmam gereken tek bir kişi vardı.

İşte beklediğim gibi...

Bana bakan ve gelişimi bir lanet gibi gören uzun masa...

Vakit kaybetmeden masaya yaklaştım.

Arkasından sanki onu öldürecekmişim gibi yaklaştığım kişi kararsız gözlerle beni takip ediyordu.

Benimle aynı olan koyu zeytin yeşili gözleri kısıldı.

Önünde belli bir mesafe bırakarak durdum ve gözümü kırpmadan, en soğuk ifademle ona baktım.

Tahmin ettiğim gibi gözlerini kaçırıp yere sabitledi.

"Hoş geldin...Sakura..."

Masadakilerin ve ortamda bizi görüp, duyan diğer kişilerin gerildiğini, atmosferin yoğunlaşıp ağırlaştığını biliyordum.

Sonuçta Japonya ve Güney Kore'nin en büyük mafya ailesinin tek varisi ve ağzından bir kelime duymak için beklenen o insan bendim.

Küçümseyici bir tavırla önce karşımda 'baba' sıfatı altında duran mahlukata ardından onun masadaki elini sıkıca kavramış gözleri öfkeyle yanan üvey anneme baktım.

İçimi yakan öfke ateşi yeniden körüklenmişti.

Öz kontrolümü kaybetmek üzere gibi hissediyordum.

Dişlerimle sertçe dilimi ısırdım ve öfkemi yine kendimden çıkardım.

Ağzıma gelen kan tadı beni biraz daha sakinleştirmişti.

Tek yaptığım şey gözlerimi babamdan ve yanındaki kevaşeden ayırmadan babamın yanındaki sandalyeyi çekip oturmak oldu.

Bacak bacak üstüne attım ve sonraki hamlelerini merakla beklediğim için ikisine baktım.

Babam şaşkınlıktan kocaman olmuş gözlerle bana bakarken, üvey annemin yüzünü kızartan öfkesine gülmemek zordu.

"Nasılsın, Sakura?"

Üvey annemin iki sandalye yanında oturan ve sesini yıllardır duymadığım amcam tuhaf bir ifadeyle bana bakıyordu.

Dudağımın kenarı kıvrıldı ve sandalyede biraz daha yayıldım.

"12 yıl önce bıraktığınız gibi olmadığım kesin, değil mi?"

Atmosfer tek bir cümlemle daha da ağırlaştı.

Hiç kimse bir şey diyemeden bana bakıyordu.

"Terbiyenin düşük seviye olmasına bakılırsa, bırakıldığı gibisin."

Üvey annemin düşük bir kararlılıkla söylediği cümleyle delici bakışlarım onu buldu.

"Ve bana bunu diyen babamı 12 yıl önce annemin ölümünden hemen sonra ayartıp yatağına alan kadın mı söylüyor?"

Ağzını açtı ama yem verilmemiş bir balık gibi kapattı.

İşte böyle kalakalırdı...

Bakışları onu koruması için babama çevrildi ama babam gözlerini benden alamıyordu.

Göz devirdim.

Cidden mi?

"Beni ülkeye tekrar çağırma amacını duyalım babalık..."

Kaba ve sert konuşma tarzıma karşı yutkundu ve toparlandı.

"Seni tekrardan görme güzel, Sakura...Buraya ortak olduğumuz Uchihalar ile yapacağımız iş kapsamında geldin..."

Sikeyim...

En boktan işleri bana bırakmakta üstüne yoktu.

Arkamdan yaklaşan bir bedeni hissettiğimde ensemdeki tüyler ürperdi ama bozuntuya vermedim.

Kimin geldiği belliydi...

Ayağa kalkıp arkamı döndüğümde gördüğüm bedene yandan bir bakış atmakla yetindim.

"Seninle çalışmak için sabırsızlanıyorum..."

Babama ve onu böyle bir ortamda bozduğum için ağzını açamayan üvey anneme baktım.

Bakışlarının benden olduğunu bilsem de ilgimi çeken biri değildi.

"Ben sabırsız değilim, Uchiha Sasuke..."




Sasusaku ile kalın...

She And Her Sacrifice♟️/SASUSAKU FANFICTION [TAMAMLANDI]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin