-2-Çoğu inanış hayatın belli zıtlıklar üzerine kurulduğunu öne sürer. İyilik- kötülük, ışık-karanlık ve dahasını ise örnek olarak gösterirler. Benim karşıtlığım tek bir olgu üzerinde toplanarak bahsettiğim inanışların felsefelerini kökünden sarsıyordu.
Kan.
Damarlarımda dolaşırken yaşamsal faaliyelerimin devamlılığını sağlıyordu fakat vücudumdan çıktığı her an - maddi ve manevi - ölüme sürükleniyordum. Jimin'in çantama attığı pedi kullanmış, kirli pedi ise peçeteye sarıp çantamın derinliklerine gönderirken aklımdan geçenler felsefi boyutunu aşmış, garip çıkarımlara sürükleniyordu. Cidden bileğim kesilse çıkan sıvı beni bu denli umutsuzluğa itmezdi çünkü ben bir bilim insanıydım, ruhum bedenden ayrılma sürecine ise çoktan nail olmuştum.
Derin bir iç çekişin ardından şakaklarımda birikmiş teri gelişi güzel sildiğimde Jungkook'un dönmüş olma ihtimaline karşın hızlı adımlarla tuvaleti terk ettim ve koridorun sonundaki kapıya doğru ilerlemeye koyuldum.
Bordo renkli, kaliteli malzemeden yapıldığı her halinden belli olan kapıyı hafifçe itelediğimde, zemini boydan boya eski görünümlü tahtalarla kaplı, koyuluğu bir nebze rahatlatma amacıyla büyükçe pencere açılmış odanın ortasında kalmıştım. Tüm detayların arasında en korkutucu geleni; pencerenin açıldığı duvar hariç tüm duvarların boydan boya ayna ile kaplı oluşuydu.
Ben vardım.
Bir 'ben' vardı.
Çokça benliğim vardı.
Yansımalarım, yansıttıklarıma tutunmuş, kaçtığım ne varsa önüme diziyordu. Omzuma sabitlediğim sırt çantam yavaşça kayıp yeri boyladığında umutsuzlukla dolmuş gözlerimi kırpıştırdım.
Sanki 26 yıldır kullandığım beden değişmişti, yine ince belim ve uzun bacaklarım en dikkat çeken kısmımdı lakin eski duruşundan sıyrılarak kırılgan bir yapıya bürünmüştü. Sağ elim yer çekiminden bağımsız halde karnıma ulaştı, tişörtümün sakladıklarını yokladı hayretle. "Nasıl?" diye fısıldadım.
"Nasıl cana, canıma, ev sahipliği yaparım?" İnce kumaşı sıyırmaya yeltenmiştim ki Jungkook kapıyı açarak pencereden süzülen rüzgarın varlığını hissettirdi, saçları savrulmuştu ve kirpiklerini örtüyordu.
Aynadan görebildiğim kadarıyla ayağını kullanarak odayı yeniden koridordan ayırdı. Harelerine bal damlatılmış orbları öylece dikilen bedenimi bulduğunda ufak dudakları huşuyla kıvrıldı, ardından "İşte kahvelerimiz!" diye şakımıştı.
Ses telleri birbirine sürtünürken kıvılcım çıkmış, ayva tüylerini tutuşturmuştu ve o tüyler üzerlik otu misali dumanıyla acının tesirinde kıvranan bedenimi ehlileştiriyordu. Kastığım kaslarımın gevşemesine izin verdim, belli belirsiz bir gülümseme yüzüme yerleşmişti. "Benim ısmarlamam gereken kahveleri almaya gittiğin için teşekkür ederim Jungkook."
"Parasını sen verdin." Omuz silkti. "Sandalye veya koltuk yok, bu yüzden yere oturmalısın."
"Sorun değil." Jungkook çoktan tahta zemine yerleşmiş, bağdaş kurmuştu. Dizine dayadığı karton bardağın sıcaklığına doladığı parmaklarından bakışlarımı ayırmadan - avucum kasıklarıma baskı uyguluyordu - yere çöktüm ve kremalı kahvenin kokusuyla kısa süreli bir ön sevişme yaşadım.
Bu markanın kahveleri evvelden beri şehvetli kokuya mı sahipti, yoksa burnum Jungkook'un boynundan soluduğum kokuyu hafızasına kaydetmiş bana mı sunuyordu; emin değildim. Zaten bunun üzerinde durmaktansa süt köpüğüne bulanmış ilk yudumumu boğazımdan aşağı yollamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İ𝖓𝖈𝖔𝖒𝖕𝖊𝖙𝖊𝖓𝖙
FanfictionBen, Kim Taehyung, beceriksizin tekiydim. Doktorluk yapamıyordum, eşim ile başa çıkamıyordum, dans edemiyordum fakat hamile kalabiliyordum. *Tamamlandı. ! Angst değil ! Bu hikayenin yazarı 'nonkonformist' olup, hikaye ile ilgili tüm haklar kendis...