-8-

661 56 36
                                    


-8-







Yaşadığım son birkaç saat dolayısıyla düşüncelerimin Jungkook'dan ibaret olduğunu sanmıştım. Oysa o sessizliği kendine ilke edinmiş, benimle aynı odada bulunmaktansa dışarıda olmayı arzuladığını belli eder şekilde camın önüne tünemişken ve ballarını akıtmazken içime; ben, zihnimdeki karmaşık sesler yüzünden delirmek üzereydim, belki de delirmiştim.

Çünkü akıl kırıntılarımın yavaş yavaş beni terk ettiğinin bilincinde, kollarımı etrafına sardığım dizlerime alnımı yaslamış ileri geri sallanırken, kalçamı acıtan zemini siklemiyordum.

Beynimde yanıp sönen ışıkların rengi öyle hızlı değişiyordu ki, gözlerimi her kırpışım yeni yarattığım bir dünyanın kapılarını ardına kadar aralıyor, daha keşfime izin verilmeden büyük bir gürültü eşliğinde enkaz yığınlarının altında kalıyordum.

Yardım çığlıklarım hiç duyulmadı, uzattığım el bir kez olsun tutulmadı. Boşlukla özdeştirdiğim bağı koparabilmek adına çırpınırken ruhumun attığı feryatlara kulağımı kapatmıştım; ne sağlıklı bir insanın düşüncelerine sahiptim, ne de aklını kaybetmiş bir insanın cesaretine... Hal böyleyken, artık herhangi bir kimliği kazanabilme umuduyla sessizliğin dakikalardır beceremediğini ağzımı araladığım vakit başardım.

"Jungkook." diye fısıldayınca, ömrümün sığınağı ilan ettiğim orblar, aynaya düşmüş yansımasını es geçerek, büzdüğüm bedenime değdi ve aynı oksijeni paylaştığı varlığı hatırlamışçasına hafifçe açıldı. Sokak lambalarının aydınlattığı yüzünü izlemekten çekinince başımı aşağı eğip rengi solmuş ellerime odaklandım; avuçlarım birkaç çiziğe ev sahipliği yapıyordu, parmak boğumlarım tenime zıt bir beyazlığın boyundurluğunda kalmıştı, tırnaklarım ise kanı çekildiğinden morarmaya yüz tutmuştu.

İşkence ettiğim vücudumun reaksiyonlarını incelerken doktorluğa gönül vermiş yanım endişelendi ancak öldüremediğim çocukluğum öpülünce geçeceğini biliyordu. Bir hıçkırık silsilesi altında omuzlarım titrerken yeniden adını söyledim affima muhtaç adamın. "Jungkook."

"Taehyung." Arada bir öten telefonunu yeşil sandalyenin üzerine bırakıp yamacıma adımlarken 'dansçı' oluşunun kıvrımlarına bıraktığı nazikliği kavramama olanak sağlar şekilde yürüyüşüne asillik katmıştı.

Bacaklarını öne doğru attıkça kasılan bacak kasları, ince belinin geniş omuzlarıyla sağladığı ahenk, alnını kapatmış perçemlerinin huşuyla salınışı... Ciğerlerime doldurduğum bir parça oksijeni de söndürüyordu.

Aramızdaki mesafeyi en aza indirdikten sonra içmediğim kahveyle dolu bardağı kenara koydu, önümde bağdaş kurmuşken damağıma yapıştırdığım sözcükler tükürüğümle yumuşamış dilimi çevrelemişti. "Biliyor musun, ben bir küvette dünyaya gelmişim."

"Biliyorum." dedi hemen sorumu önceden tahmin etmiş gibi. İlk tanıştığımız gün, ona bu bilgiyi verdiğimi anımsıyordum ve Jungkook'un hatıralarında yer edinebilmiş olmak karnaval havasını tattırıyordu, dudaklarımın kıvrımında patlayan konfetilerden çıkan ses sömürülmüş ruhumu ürkütsede mutluluğumdan savrulan şekerler onu ehlileştirmiş ve kuytusuna göndermişti.

Sevincimi yaşarken Jungkook'un devam etmemi istercesine yerinde kıpırdanışını kısık gözlerle takip edebiliyordum ancak zihninin görünmez bir kısmında can buluşumla beraber sürüklendiğim rehavet beni sınırlandırıyordu, sadece onu izleyerek canıma can katabilmeyi diliyordum.

Fakat dillendiremediği onca özrü toparlayıp cevabımı vereceksem, Hanna'dan öğrendiği yalanların doğrularını ceplerine doldurmalıydım ki; ben bu odayı terk ederken, yüklendiği ağırlık peşimden gelmesini zorlaştırsın. Gerçi kaldığım ikilem Jungkook'u da geriyordu, ayakkabılarımın çözülmüş bağcıklarına attığı her düğüm zihninde çıktığı yolculuk sırasında rastladığı gezegenlerin timsaliydi, belki de buradan hızla uzaklaşacağıma inandığından düşmemi istemiyordu.

İ𝖓𝖈𝖔𝖒𝖕𝖊𝖙𝖊𝖓𝖙Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin