-17-

470 40 0
                                    

-17-








Karanlık. Karanlık. Karanlık.

Duyduğum, gördüğüm, kokladığım, tattığım, hissettiğim tek şey karanlık.

Kalbime kadar uçsuz bir siyahlığın içine batmıştım, öyle ki nefeslerimin ciğerlerime ulaşması zorlaşmıştı.

Dizlerime sardığım kollarım, öne düşürdüğüm başımla ileri geri sallanıyor ve ufak hareketlenmelerim sonucunda - muhtemelen zeminin eskimiş olmasından dolayı - çıkan hafif gıcırtıların anlamsızlığıyla beraber ürküyordum.

Midem sancıyordu, kasıklarıma oturmuş bir ağrının önderliğinde bunca zaman yuttuğum ziftleri kusmamak adına uzuvlarımı sıkıyordum. Omurgam bir sızıya tutulmuştu, belimi oynatsam iniltilerim ıslık misali dudağımdan dökülecekti ancak konumumu değiştirmekten ölesiye korkuyordum.

Karanlık ile kucak kucağa geçirdiğim dakikaların sonunda daha yüksek bir gıcırtı sesi duvarlara çarparak sessizliğe yakın bir bilinmezliğe alışkanlık kazanmış kulaklarımı tırmaladı, ardından varlığından haberdar olmadığım lamba üşümüş gibi titreyerek yandı lakin yaydığı ışık etrafı aydınlatmaya yetmiyordu. Korkarak başımı sola çevirdim, açık renk pantolonla örtülmüş bir çift bacak görüş alanıma girmeyi başarmıştı.

Bağcıkları bağlanmamış botlar ağırlığıyla eski zemini hırpalarken bir eşyanın altına sığındığımı anlamış ve gelen her kimse beni görmemesi için olabildiğince küçülmüştüm.

Uzun bacaklar hemen önümde durdu, botlarının ucu neredeyse kalçama değiyordu ve kapının açık bırakılmasından ötürü odaya dolan sakin esinti çıplak kollarımı üşütüyordu.

Soluğumu tuttum.

Fark edilmemek şu an tek önceliğimdi çünkü bebeğimi korumalıydım, onun minik vücudu karnıma baskı yaptıkça dizlerime sardığım kollarım usuldan aşağı yönleniyor ve tişörtün üzerinden varlığına tutunuyordu.

Şişkinliği avuçlarımda hissetmişken uzun bacakların bükülüşünü kocaman açtığım gözlerimle izliyordum; dizleri zemine dayandı, elleri altına sığındığım eşyaya tutundu ve en sonunda başını eğerek saklamayı amaçladığım bedenime güzelliğini değdirdi.

Zifiri karanlıkta dahi hatlarını seçebileceğim yüz, loş odada ilahlaşmış, ona tapınmam için nedenlerini sıralıyordu. Titrek lambaya uyum sağlamış nefesim dudaklarımı yaladı, kaskatı kesilmiş bedenimi pervasızca ileriye atıp bebeğimi korumakla görevlendirdiğim kollarımı kurtarıcımın boynuna sardım ve duvarları sarmış rutubet kokusundan arındırabilmemin yegane yolu olarak burnumu boyun bölgesine bastırdım ve ciğerlerimin aylardır hasretlik çektiği kahve esansına kavuşmasına izin verdim.

Hıçkırıklarım arasında "Neredeydin?" diye sorduğum vakit belimde dinlenen elleri sırtıma doğru yol aldı, omurgamdaki ağrıyı tahmin edercesine oraya dokunuşlarını bıraktı.

"Buradayım. Hep buradaydım." Sıcak nefesi tişörtüme rağmen omzumu eritiyordu, tutuşumu sıkılaştırdım fakat ona yaslanmama izin vermeden evvel vücudumun geri çekilmesini sağladı ve dudaklarını burnuma dayadı. "Ağlama ruhu kırığım, akıtma incilerini boşuna. Hem böyle yanakların parıldarken okyanusları kıskandırıyorsun."

Balları titrek lambanın yapamadığını yapmış, odaya güneşi doğdurmuştu. Gözyaşlarımdan dolayı değil, onun ışığı sayesinde parıldadığımı söyleyemedim.

Ağzımı açınca, "Korktum." cümlesi dökülebildi ayaklarımızın ucuna sadece, saatlerdir itiraf edemediğim duyguları ona sunmak yaşadığım her şeyi unutturuyordu.

İ𝖓𝖈𝖔𝖒𝖕𝖊𝖙𝖊𝖓𝖙Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin