-15-

503 37 0
                                    

-15-







Tesadüflere inanmıyorum.

Hayatı birkaç rastlantı üzerine kurarak ele almak boş insanların başvuracağı bir yöntemken yalın ayak, cam kırıklarının tabanlarımı parçalaması pahasına, yürüdüğüm tüm yolların beni aynı noktaya çıkarmasını açıklayabilmek adına çırpınsam dahi; karıştırdığım her kitap, okuduğum makaleler, gördüğüm rüyalar, yaslandığım omuzlarda akıttığım gözyaşları ulaşmam gereken olgulardan uzaklaşmamı sağlıyordu.

Belki de beceriksizliğim tesadüflere inanmayan benliğimi tesadüflerin himayesine bağlayan en büyük unsurdu; Hanna'ya duyduğum ilgi yaşadığım müddetçe doğrudan, kendi karakterim ışığında başarabildiğim hiçbir şey olmayışından kaynaklanıyor, mesleğim başkasının yeteneklerini taklit etme özelliğime dayanıyor ve yine ömrümü adayacağım insanı tanıyışım dansa karşı takındığım 'yapamam' düşüncesiyle örtüşüyordu. Sonra bedeni yürek hoplatan, zihniyeti kan çiçeklerine ağıt yaktıran adamı yine beceriksizliğim sayesinde kaybetmiş, ondan arta kalan tek güzelliği onsuz sevmeyi öğrenememiş ve sonu hüsran ile biten yaşamı geride bırakmak için başarılarıma yahut başarısızlıklarıma arkamı dönüp, pis kokulu hastane koridorlarını, iyileşebilmek uğruna patlatılan yalvarışları orada bir yerde, karanlık enkazların boyundurluğuna iğneleyerek, kendimi attığım; yanlışlarımı değilde saman renkli kağıda dizilmiş kelimeler yardımıyla yansıtılan duyguların yanlışlarını saptadığım yayınevi, inanmadığım tesadüfleri acımasız gerçekler halinde önüme seriyordu.

Titreyen vücudumu zorlukla deri koltuğa yerleştirmişken, zayıflığımdan ötürü kemikleri meydana çıkmış solgun ellerimi incelemekteki amacım, burnuna bastırdığı buzun tesirinde ufak iniltilerini odaya salan adamı görmezden gelme isteğimin getirisiydi ki diğer stajyer hastaneye götürebileceğini sık sık dillendirdiğinden meyve kesme ritüellerimin birinde bıçağın avucuma sürtünmesi dolayısıyla oluşmuş yaranın kabuğunu kavlatmayı erteleyip, irislerimin Jungkook'a değmesine müsaade etmiştim.

Onu ilk gördüğüm anda boyattığı saçları dikkatimi çekmişti, kahverengi ve desenli gömleği ise vücudunu kusursuzca sarmaladığından, siyah pantolonunu gölgede bırakıyordu. Yanakları aldığı darbenin onda yarattığı acıyı yansıtır şekilde pembe bir tona bürünmüş, güneş ballarını daha belirgin hale getirmişti. Hal böyleyken muazzamlığı karşısında saygıyla eğilme dürtümü dizginlemek, omuzlarından destek alarak boynuna burnumu gömme isteğimi ruhumun kuytusuna gömmek zorlaşıyordu. Hele buzu asillikle kavrayan ellerinin şiş karnımda gezinme düşüncesi beynimin çeperini uçuklatıyordu.

Tanrım, ben nasıl bir adam sevdim böyle? Ölüme benziyor; korkuyorum ama kaçamıyorum.

Rahavetle kaplanmış bir sessizlik odayı esir almışken, Minseok kapıyı aralayarak sukunetin yumuşak etine hançeri sapladığında soracağı soruların zorluğunu hesaplıyordum.

Burada neler döndüğünü anlatamayacağımızı bildiğimden endişeli gözlerim Yugyeom'unkine değince gülümsemeye çalıştı çünkü Jungkook ile aynı ortamda nefes alışımın gerginliğinin üzerine Minseok'un sorgularına katlanamayacağımı biliyordu ve tebessümü sakinliğimi korumamı aşılar nitelikteydi.

"Taehyung, hepimize tavuk aldım. Yiyeceğini umuyorum, lütfen beni kırma."

Sadece, "Teşekkürler." diye mırıldandım masaya yerleştirilen tavuk kovalarını izlerken. Minseok memnun bir ifadeyle dikiliyordu ancak orbları benden kopup önce Yoongi'nin kreme buladığı eline ardından Jungkook'a döndüğü vakit ağzı hayretle aralanmış ve "Ne oluyor?" demişti.

Odadan çıkarken herkesin sağlam olduğunu hesaba katarsak şaşkınlığını yadırgayamazdım. Yugyeom, "Bay Kim." diyerek konuyu üstlendiğini belli etti. "Şey... Aslında..."

İ𝖓𝖈𝖔𝖒𝖕𝖊𝖙𝖊𝖓𝖙Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin